Her geçen gün
sorgularım artmaya başladı. Sanki yeni yaşantılarım, okuduklarım, son
katıldığım eğitimler adeta bunu yapmam için bir zemin hazırlıyor bana. Kendimin
derinliklerine yabancı biri değilim ama derinliklerimin bu denli derin olduğunu
da hiç düşünmemiştim. Sanki dünyanın çekirdeğine iniyormuş gibi, magmaya biraz
daha yaklaşıyor gibi, bir adım daha atsam ayaklarım yanmaya başlayacak gibi…
İnsan psikolojisini bilmek iyi gibi kötü gibi, görmüş geçirmiş olmak iyi gibi kötü
gibi… Farkında olmakla olmamak arasında bir yerde kalabilmek için ısrar etmeye
çalışmak gibi… Erkek gibi kadın gibi… Her türlü sınıflamaya, ayrıma karşı olur
gibi, tüm bunlara delice ihtiyaç duymak gibi…
İnsanlarla iç
içe ilişkileriniz varsa veya mesleğiniz bunu gerektiriyorsa her şey sizin
özünüze daha çok yaklaşmanızı sağlıyor. Her danışanınızın hikâyesinde, kendi
parçalarınızı bulmak, kendi iç sisteminizi yoklamak, bir yandan çok iyi bir
fırsat diğer yandan da bir deformasyon oluşturmakta… Olayları değerlendirirken
kullandığımız bakış açısı; yetişme tarzımız, aile kültürümüz, çocukken
duyduklarımızla şekillenip bambaşka bir kıvam haline geliveriyor.
İlişkilerimizde
yaşadığımız sorunlarda, kendi değerlendirmelerimizi yaparken dış seslerden
etkilenmemek mümkün değil. Sadece kimin ne söylediği değil, kimlerin neyi,
zamanında söylemediği ya da neleri görememiş olmamız da bu durumda çok etkili. Elalemin ne dediği her ne kadar umurumuzda
değil diye düşünsek de aklı başında yakınlarımız varsa bizim hayatımıza ciddi
katkılarda bulunuyorlar diye düşünüyorum. Neticede hayatta karşılaştığımız
hiçbir insan tesadüf değil. Bizim doğduğumuz aile, soyadımızı taşıdığımız
sülale, doğduğumuz gün ve saat, çocukluk yıllarımızın içinde geçtiği mekânlar,
gittiğimiz okullar, karşılaştığımız öğretmenler, bizi ayıplayanlar, övenler, bizimle
ilgilenmeyenler kısacası her şey yaşantımız içinde bir anlam ifade ediyor. Bu bağlamda düşününce, kişinin benlik alanı
diye tanımladığımız kısmı; kendi
eylemlerimizin dışa yansıması ve bizimle ilgili bize geri gelen enerjiler ve
söylemlerden oluşuyor.
Yaşadığımız
sıkıntılarda bazen kendimizi bir çukurda gibi hissediyoruz, ağır darbeler
aldığımızı düşünüyoruz. Oscar Wilde; “Hepimiz bir çukurun içindeydik ama
bazılarımız yıldızlara bakıyordu.” derken sanırım bize ışığa doğru bir
yolculuk yapmamız için bu sözüyle yol göstermiş. Yani hepimiz aynı zorlu
yollardan geçiyoruz, nasibimizde olan öğretileri alıp, yeni bir yol çizmek de
elimizde, çukurda kalıp birilerinin bizi kurtaracağını hayal etmek de elimizde
ya da artık çukurdayım zaten deyip ölümü beklemek de… Yazılan ilahi kader, bizi
bir yol ayrımına götürürken, seçimlerimiz bize bırakılmış. Belki de yıllardır
din kültürü derslerinde anlatılan kader ve kaza ayrımını yetişkinlik döneminde
daha iyi anlayabiliyoruz. Vazgeçmemiz gerekenler, yolda yanımıza almamız
gerekenler, dualar, yeni öğretiler, tecrübeler… En önemlisi ise Allah’a
duyduğumuz güven… En özelinizi paylaştığınız insanlar bile kendi köşelerine
çekilince O’ndan başka kimsenin yanınızda olmadığını, zor anlarınızda fark
edememeniz mümkün değil.
Biri
biter diğeri başlar diyorlar dertler için… Lakin dertler genelde durup durup
bir anda üst üste gelmeyi tercih ediyor. Öyle teker teker gelseydi eğer, hayatımızla
ilgili kararlar vermek daha kolay olurdu, “sıradakiii” diye düşünmek ortama
daha bir hareket ve renk getirebilirdi. Ama böyle olmuyor. Genellikle yeni
öğrendiğiniz bilgiler ve deneyimler de varsa, bakalım iyi öğrenmiş misiniz diye
bilgilerinizi sınarcasına geliyor. İstediğin kadar sen güçlüsün deseler de…
İnsan yalnız kaldığında neleri düşünüyor, nasıl ikilemlerde kalıyor bunları
kimseler bilmiyor. Zannediliyor ki siz mesleğiniz itibariyle kendinizle ilgili
sorunlar yaşamıyorsunuz. Evet biz alanda çalışanlar olarak biraz daha şanslıyız
belki, daha çabuk çıkış yollarını yakalamak noktasında ama bu acı duymadığımız
anlamına gelmiyor. Bizim de yüreğimiz acıyor, ağılıyoruz hatta haykıra haykıra,
içli içli…Bizim de gözlerimiz şişiyor uykusuzluktan…İnsan olmak böyle güzel ve
derin işte!!!
Çocukluğumdan
beri hayatta her şeyin ne kadar güzel ve özenli olduğunu düşünürüm hep… Sümüklü
böceğin ve solucanların yanımdan geçerken çıkardıkları sürtünme sesini duyabilirim
mesela… Kuşların gözlerini kırpıştırmasına bambaşka anlamlar yükleyebilirim.
Hayat, benim için inceliklerle dolu ve muazzam bir yerdir… Bulunduğum anı dolu
dolu yaşamak kadar önemli bir şey yoktur benim için… Fakat öyle anlarım oldu ki
karar verme süreçlerimde, şu an ölsem keşke diye düşünebildim. Sanki içinden
böyle çıkacağımı düşündürdü bazı sorunlar bana… Danışanlarımın intihar
teşebbüslerinde veya ölmeyi istemelerinde bir mana bulamazdım önceleri... “Yaaa
hayat o kadar güzel ki bir insan neden ölmek istesin ki” derdim. Yaşadım
iliklerime kadar, ölümü yaşadım, karanlığı yaşadım, bedenimin zavallılığını
yaşadım. Ne ailemi ne çocuklarımı ne dostlarımı düşündüm. Kapkara oldu ortalık…
Değil yerdeki solucan, yatağımın içinden inek çıksa umurumda olmadı hiçbir şey…
Sonra dedim; istediğin kadar öğren, yaşa ve uygula, seni durdurabilen tek şey
Allah’a olan inancındır. O istemediği sürece elini kolunu kaldıramaz,
gerçekleri göremez ve adım atamazsın.
Kısacası belki
de biz ruh sağlığı profesyonellerinin manevi dinamikleri kullanabilme konusunda
kendimizle daha çok uğraşmamız gerekmekte… Bizler kendimizi manevi öğretilerle
öyle doldurabilmeliyiz ki, halimize yansısın. Danışanlarımız, sorunlarını bize
anlatırken paylaşımlarımızda hem kendilerinden parçalar bulabilmeli hem de
çözüm yolları konusunda, kendi farkındalıklarını kazanabilmeleri için Allah’ın
sevgisine ve gücüne inanabilmek adına bizlerin sözlerinde ve davranışlarında
bunu hissetmeli…Yapılacak çok işimiz var çookkk…Hepimize kolay gelsin…