14 Temmuz 2020

MUTLAK DEĞER PARANTEZİ

          İlk görüşte aşk” olarak nitelendirebileceğim okumayı öğrendiğim an başlayan okuma aşkım, çocukken gittiğimiz misafirliklerde varsa bir kütüphane ya da bir iki kitabın kenara köşeye sıkıştırıldığı mutfak veya tv raflarına elimi uzatmakla devam ederdi. Ailemin tüm misafirlik seansı boyunca, tenhalarda kitap bitirmenin güzelliğini yaşar, eve gidene kadar arabada hayaller kurarak okuduklarımı besler, sonra da uyuyakalırdım. Tabii ki babamın beni kucağında taşıması için arabada uyumak her zaman keyifliydi.

             Kuzenimin odası ve kitaplığı bu okuma hırsızlığını yaptığım en güzel yerdi. Jules Verne kitaplarını çok sevdiğinden mi yoksa amcamın ona aldığı kitaplar listesinde olduğundan mı bunu bilmemekle birlikte kitapların resimleri ve kokuları halen ruhumun parçalarındadır. Onun ranzasının alt katına sıkışarak okuduğum balonla beş haftanın içinde, seksen günde devri alemin heyecanında , dünyanın merkezine ve aya yolculuk hallerinde, denizler altında yaptığım gezintilerde hayallerimin renklendiğine inanmışımdır. Bu yüzden bu geçmiş hayaller sandığımı “kuzenimin odası” olarak nitelemek hoşuma gider. Her bitirdiğim kitabın sonunda mutlaka o kitaba ilişkin fikrimi sorar, kendisinin farklı bir hayalini anlatır, kitap üzerine konuşmayı eşsiz bir değer vermek olarak yaşatırdı bana…Şimdilerde bir mühendis olup tasarladığı tüm binaların, o zaman ki çocukluk hayallerinden nasibini aldığını düşünüyorum. Aynı kitap, farklı düşünceler ve birbirine benzemeyen yaşamlar..
          Kuzenimle hayat kazancımız ne mi oldu? Hayal kurmak, işine sanat katmak ve mesleğin ne olursa olsun estetik dokunuşları yakalamak! Çocukluğumu ve hayallerimi zenginleştiren her vesileye minnettarım. Yoluma apaçık olanlarla değil görünmeyenlerle, konuşulanlarla değil suskunluklarla devam etmek hayat masalımın güzelliğini ve büyüsünü artırıyor sanki! Bir kez bakmak ve içinin içini merak etmek ve görmek..

            Düşler ülkesinin delisi ile yaptığım sohbetlerden birinde, şöyle bir satır vardı. ”İnsan zaten apaçık olan bir şeyi güzel veye çirkin bulabilir. İyi veya kötü de gördüğümüze verdiğimiz anlamlardır. Ve bu kolaydır. Önemli olan görünenin arkasındaki şeyi yani gizleneni merak etmekte. .Merak benim için herseyin anahtarı gibidir ve bir şeye ulaşmak için önemli bir yer tutar.” Bu satırları okuduğumda dedim ki içimden: “Öyleyse bu anahtarın elimde olması bir şans”…Hem yaşasın birlikteyiz sevinci hem de ya kaybedersem korkusuna bürünmüş, boyunda taşınan ilkokul silgisinin tatlı heyecanında anahtarım koynumda dolaşıyorum bu büyülü masalın satırlarında…

            Kızımın bu sabah bitirdiği Jules Verne kitabında hikaye şu sözlerle sona eriyor: “Yedi sekiz aylık gerilimli serüven, yerini huzurlu bir yaşama ve mutlak bir mutluluğa bırakmıştı.”  Ve ardından “mutlak derken ne demek istiyor?” sorusuna yaşı gereği birlikte cevap bulmaya çalıştık. Aklıma mutlak değer parantezi geldi. Hani en basit tanımıyla o parantezin  içinde hangi işlemi yaparsan yap, sonuç hep pozitif çıkar ya! Yani gününü, hayatını, zamanını ve sevdiklerini o parantezin içine tüm olmuşlukları veya olmamışlıklarıyla yerleştirsen de içinden bir güzellik ve mutluluk çıkarabilirsin demek gibi bir şeydi bu sanki, ben de öyle örnekledim. Yaşadıklarımız ne olursa olsun, işlem sonrası hatta işlem sürecinde negatiflikler bile olsa sonucu pozitif çıkarabilme gayreti içinde olabileceğini düşünüyor sanırım yazar dedim. Kızım bunu yazarın hayata matematik katması olarak yorumladı ama bu yazar hayata ve özellikle benim dünyama o kadar çok şey katmıştı ki.. 

            Bence her çocuğun hayallerinde bir Jules Verne köşesi olmalı. Kaşif değilsin, gezgin değilsin, bilim adamı değilsin ama öyle hayaller kuran ve detaylar veren bir yazarsın ki söylediklerin kehanet gibi yüzyılın buluşlarına damga vurabiliyor. Belki bulunduğun yerden hiç kımıldamıyorsun ama ülkeleri, şehirleri anlatabilecek zenginliktesin. Bu nasıl özel bir yetenek ve ne uzun ne geniş bir hayal halidir? Yazarın her kitabında sanki dünyaya oldukça yukarıdan, masmavi gökyüzünden bakıyorum, kendisi dünyanın üstüne bir ayağıyla basıyor, diğeriyle önümde eğilerek elime uzanıp, zarifçe avucumu öperek beni büyülü bir yere davet ediyor gibi hissettiriyor. Sanki o an ben yokum, onun gözleriyle görüyor, onun gibi dokunuyor, onun gibi kokluyor, onunla tadıyorum. Birden yok oluyor, ben tepetaklak boşluğa düşüyorum ve o boşlukta kendimce uçma hissi omuzlarıma yayılıyor, ruhumun rengarenk desenli kelebekleri tüm yeryüzünü kaplıyor ve toprağa basarken yeniden yanımda belirip beni tüm varlığıyla sarıyor.  O an o toprakta birlikte daha sağlam kökleniyorsun. Aşk hissi de böyle değil mi zaten? İkisi de aynı düşler ülkesinde geziniyor. Borges’in sözlerini içimde hissediyorum şu an: “Bence kitap okumak, aşık olmaktan veya seyahat etmekten aşağı kalan bir deneyim değildir.” Bu yüzden “Okumak iptiladır”diyor Cemil Meriç müptelalara selam verirken!

            Ayrıca biz yetişkinler bir kez daha çocuk kitaplarını elimize almalıyız diye düşünüyorum. Bu hususta ebeveynlik son derece mühim bir fırsat insanın hayatında…Uyumadan önce bilikte okunan kitapların yatak başı sıcaklığında yeniden çocuk olmak, yeniden hayal kurmak, yavrularımıza anlatırken sanki yeniden yaşamak hakkı bizlere hediye gibi sunulmakta! Ekranların karşısında olmak neden böyle bir şeye tercih edilebilir ki?

          Seksen Günde Devr-i Alem kitabını okurken çocukluğumun günlüğüne kaydettiğim satır şöyleymiş mesela: “Günün birinde güneşin benim saate göre doğmaya karar vereceğinden emindim zaten.” Bu yüzden takvimlerim, saatlerim ve mekanlarım hep görünenden farklıymış demek ki! Öğleden sonra bile sevdiklerime selam verirken günaydın dediğimde tuhaf bakarlar bana ve hep “eee gün halen aydınlık değil mi ?” diye açıklayıp devam ederim yoluma! Ve bir güvercin konarsa telefonuma “gün seninle aydın” derse  o zaman da güneşin doğuş saati değişir benim günümün içinde!   “İki kalbin anlaşması, ilkbaharı yüzyıl uzatır.” diye yazmıştı Verne diğer kitabında! Yani sevenlerin ilkbaharı aylara takılı kalmadığı gibi  bir de yüzyıllara uzanan sonsuzluktaydı o muazzam anlaşmanın verdiği  tamamlanmışlık hissi!  8. gün, 25. saat ve 13. notada yapılan her şeyin daha coşkulu olduğuna bu yüzden inanıyorum. Orada geçmiş ve gelecek yok, ezberler yok, klişeler, yargılar, etiketler de.. Yüreğimi zihinlerin dar çerçevesine sıkıştırmayı sevmiyorum, yüreğimin canı acıyor çünkü! Hızlıca kapatılmış bir çekmece veya rüzgarın sertliğinden çarpan kapının arasına serçe parmağın sıkışması gibi sızlatıcı!

         Matematiksel formüller, yargısal cümleler, değişmeyen kanunlar ve içine hapsedildiğimiz hükümlerin yer aldığı mantık ülkesinin soğukluğunun, içimizin ve özümüzün sevgi dolu yürek ısısıyla dengelenebileceğine her zaman inanıyorum. Yeter ki farkında olalım; yaşadıklarımızın, yaşayamadıklarımızın, seçtiklerimizin ve reddettiklerimizin.. Her şey mümkün ülkesinin büyülü dünyasında, nefes alıp vermenin tüm eşsizliği ve kıymetinde ve hayal kurabilmenin yaratımı gerçekleştirmenin ilk adımı olması inancıyla…Tamam yine de yok saymayacağım sol beyinlerin formül listelerini…Kendimizi mutlak değer parantezine aldığımız bir hayat yaşayabilmek bilinciyle diyerek güçlerimizi birleştirmiş olacağım. 
          
          Sevgi,muhabbet ve içtenlikle…

Hiç yorum yok:

"BAZI KALPLERİN KADERİDİR AŞK"

  “Şiir yazdırmıyor aşk,yaşanırken” diyordu okuduğum satır.   Katılmadığımı belirtmek isterim. Şiir gibi roman gibi sevebilmek hissinden ...