Yalnızca hayatı tam anlamıyla benimseyenlerin mağlup olmadığı gerçeğini Tanpınar’ı yıllar önce okurken keşfetmiştim. Hayattı bu! İnişiyle çıkışıyla, düşüp yükselişiyle, ansızın nereden ne çıkacağını bilmediğin sürprizleriyle ve kapattığın kapıların ardına saklanmışların yıllar sonra getirdiği mazi dolu selamıyla her an karşılaşabileceğin şanslı kutu kıvamındaydı işte! Hayatın akışının akrep ve yelkovanlarla dans edişini sevenlerin bu pergel'imsi hareket tutkusu, herhangi bir mağlubiyet durağında bekleyemeyecek kadar hızlı ve büyülüydü elbette!
“Saatin
kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır” diyor üstad ve ekliyor hemen “ayar; saniyenin peşinden koşmaktır.” Hatta öyle bir ince hesap yapıyor ki satırlarının
devamında, saniyeler ilerlerken zaman kaybı diye göz açıp kapatmaktan bile
vazgeçiyor insan!
Saniyelerin
peşinden koşarak yaşamak! Sadece yaşamak ve “SADE”ce yaşamak! İşin gücün
yaşamak olacak diyen samimi şairlerimizin bizlere usulca fısıldadığı bir ders
gibi! Yaptığın her eylemin farkına varmak, o anın havasını, kokusunu, tadını
yudumlamak ve oluşan duyguyu içine çekercesine hissetmek ve bunu ifade
edebilmek… Aslında bu denli kolay ve basit bir gizdir; yaşamak!
“Nasıl
düşündüğümüz, nasıl hissettiğimizi belirler” ilkesince düşüncesini
seçebilen ve hissine karar verebilen insanlar yaşar ve hayatla dans edebilir.
Çünkü bilir ki hayat çok kısadır, kuşlar uçuyordur ve önemli olan uçuşu
hatırlamaktır. Ne güneş her sabah doğmaktan ne de gece parlamaktan yoruluyordur
yıldızlar! Kısacası yaşananların ne olduğu değil nasıl yaşandığıdır hatıralarda
kalan! Ve hisler öyle bir yerde
kayıtlıdır ki yaşanan yerlerin rüzgârını da kokusunu da seslerini de anında getiriverir
gözümüzün önüne…
“Bel
kemiğinde tatlı bir üşüme” diyor Tanpınar! Kim bu hisle yaşamak istemez
ki diye de ekliyor. Tam bir mutluluk ve ağır hüzünlerle dolu anlar ifade
edilmeye çalışılırken; sözcükler, sözlüklerde körebe veya saklambaç oynayım
diye sağa sola kaçışsalar da sanırım ancak böylesi bir cümle yakışır sadece
mutluluk kokan hikâyelere! Omuz uçlarında uçuşan kelebekler diyorum ben böylesi
anlara.. Her kanat çırpışında tüm renklerin, ahenkli desenlerin, ince ve zarif ayrıntıların ve yumuşacık ipeksiliğin farkında!
Hani eskiler ağzımın tadı yok derler ya…Yok yok korkmayın şimdilerde ki gibi virüsten dolayı değil o tatsızlık hali! Durgunluk zamanlarında “hiçbir şeyin farkına varamıyorum”u anlatırlar. Yediğim içtiğim zehir oldu hatta burnumdan geldi gibi tanımlamalarla da iyice belirginleştirilmeye çalışılır hüznün koyusu! Kör kuyular vardır onları arayıp bulduğumuz ve karanlıkta göz yummadılarsa eğer bir çift göz beyazlarında umutlar aradığımız!
Aslında aynada gördüğümüz, güzellik listelerimize eklediğimiz yeşil, kahve, mavi renkte gözler değil umutla bakan, ışıl ışıl gözlerdir en güzelleri! Ne işe yarar ki o yemyeşil gözlerin içinde sen dans edemiyorsan? Onun avuçlarının içinde, kendi yanağına yuva kurarken gülmüyorsa huzurla gözlerinin içi? Yeni hayaller kurabilmek için kendine inancın kalmamışsa hangi renkte olduğu ya da hangi tabloya konu olduğunun ne önemi var ki gözlerinin! Bir çift gözün sana aynada bakışı nasıl, yalnız geçen günün sonunda? Gülüyor mu? Acıyor mu? Korkuyor mu? Çok mu hüzünlü? Cesur ol ve yüzleş kendinle!
Ne yaşıyorsan önce kabulde kal ve dürüst davran kendine! "İtiraf edilmemiş hiçbir his asla ölmez" diyen Freud'a kulak ver. Sen
kabul etmedikçe, bastırdığın her his eninde sonunda ayağına gelip dolaşacak,
seni durdurup düşürecek hayat yolunda! Tadı damağında olanlar, hevesi kursağında
kalanlar, ertelenen planlar bambaşka hallere bürünüp ruhunun boğumuna
takılacaklar. Sen sevdiklerini abartıp kabartmadıkça, onlar seni
şaşaalandırmadıkça başka kim yapacak bunları sana? Bol bol iltifat et sevdiklerine, cömertliğin adresi sımsıcak
sözlerinin sokağı olsun! Ve “kendimizi
başkalarının bizi gördüğü gibi görebilmek. Öğrenmenin yolu işte bu! Sor bakalım
kendine,kim şimdi bu adam?” diye bizi silkeleyip kendimize getiren bu satırları hatırla. İşte o zaman hayat; her gün öğrendiğimiz bir “yaşamak” olsun bizler için!
Sevdiklerine bakarken
ve aşkı iliklerine kadar solurken ne de güzel tanımlar şu satırlar yaşamın her
yaşa inat çocuksuluğunu…“Yine çok güzel ve şirin…Yüzü çocukluğumun
şekerci dükkânlarına, şimdiki çiçekçi vitrinlerine benziyor, ışık ve renk
içinde!” dediklerimiz hayatımızda daim olsun.
Sizi görünce gözlerinden rengârenk bonibonlar
fırlatan, bir ısırsan biskrem gibi içinden çikolata gibi özlem akan, parmak uçlarından
aşk şerbetleri damlayan hikâyeleriniz ve yürekli kahramanlarınız olsun.
* Saatlerimi ayarlayan enstitü'ye en derin hürmetlerimle..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder