27 Ekim 2023

"BAZI KALPLERİN KADERİDİR AŞK"


 “Şiir yazdırmıyor aşk,yaşanırken” diyordu okuduğum satır. 

Katılmadığımı belirtmek isterim.


Şiir gibi roman gibi sevebilmek hissinden bahsediyorum ben, 

günlük boşluk doldurma heyecanlarından değil.


Ve bu his, o yeni kişiyi tanırken başlar. 

Hatta ilk esintisinden bellidir çekimi, onun rüzgarında dolaşırken. 

Ve sana gülümsediği mevsimin içindeyken. 

Yazdırır kendini, bilmeden sana. 

Senin bile kendine şaşırdığın bir hızla. 

Ve haberi bile olmaz çoğu zaman.

Ne yaptım ki ben diye düşünür durur da bilmez aşk’ın kendiliğini.

Zira gösterilen davranışın içinde değil, sevenin gönlündeki kavrayıştadır sihri.


Tanımayı çok istersin ama tanımların içinde kaybolmak da istemezsin.

Eski, bilindik gibidir ama aslında yeni, sıcak ve taze bir histir. 

Sözcüklerini içinde biriktirir, kendi cümlelerine benzetirsin bazen. 

Nasıl da aynıyız diye sevinirken.

Ya da “hiç düşünmediğim bir şey söyledi biliyor musun” diye zihnine fısıldamak istersin. 

Kendi beynine yeni kavramlar öğretmeye çalışır gibi. 

Bir o kadar da ayrıyız dersin, onunla uyumsuz yanlarını okşarken. 


Evet ne hasreti öldürür ne varlığı ondurur insanı, bunu da bilirim. 

Uzak kalmalı bazen dokunamamalı kişi severken. 

Ve mırıldandığı nağmeleri, kendi sesiyle bestelerken.

Bildiği şiirleri, ciğerlerinde hissettiğini fark ederken. 

Şarkıları yüreğinden çıkan ah ile söylerken.

Bu yönüyle ayrı değildir ki kişi sevdiğinden. 

Yazdığı yazı, yürüdüğü yol, aldığı nefes gibi içindedir, gündedir, gecededir.

Hatta ayak bileklerine dokunsa biri, eli ateş kesilir. 

Aşk, tenin hararetini yükseltendir. 


Anlamını bildiğin kelimelerle başlarsın,

anlamını bulduğun kelimelerle onu kendine eklersin.

Sonra tüm anlamları bulmaya çalışırken, kelimelerin sınırından vazgeçersin,

o içindeki eski ahşap saatin sayılarına tutunup. 


O;senin gizemli bulduğun bir boşluk, sana değip geçen bir teğet ve senin içindeyken en geniş  kesişim kümesidir. 

Matematik aşkı diye bir şey var ya da aşkın bir matematiği belki.

İliklerine kadar bir sözelcinin, sayılara his eklenmesine dayanır burada matematik ve dile gelen bir hikayedir artık.

İçindeki tüm bilgilerin, manidar bir karışıklıkta aktığı.


Sonrası mı? Sözcüklerin ve sayıların olmadığı mekansız ve zamansız bir yerdesindir,

sadece ritmi bozuk kalp atışlarının yankılandığı.


Bu yüzden aşk, yaşanırken şiir yazdırır aslen.

Henüz gerçekleşmemiş  korkuların, yaşamak istemediğin ayrılıkların, sevişmeyle son bulmayan tartışmaların az öncesinde. 

Sonrası zaten duyulmayan çığlıklarındır, kendi içinde.


Oysa yaşarken delice sevildiğini bilmeli sevilen. 

Çocuk gibi sevinmeli, şımarmalı, şansını zorlamalı.

Yaşadığını hissetmeli diğerinin dilinde, gözünde, sözünde ve gününde.

Ve kuyruk sokumuna sıkışabildiğini, bacaklarının arasında ona yuva olabildiğini bir gece.

Gözlerini kapadığında, huzurla bilmeli ki artık bir gönülde aşk dolu bir hece.



Ve yaşadıkça,sevdikçe hisseder insan, hatırlamaz öncekileri, zira onları unutmamaktır aslında öğrendiği.


Ne kadar da doğrudur:

“Bir aşk birçok aşktan yapılıyor ve ayrılınmıyor hiçbir seferinde.” ya da “bazı kalplerin kaderidir aşk” 

Kim bilir?


13 Eylül 2022

SAKLI YARALAR

Gece sessizliği satırlarında bugün şöyle diyor Murathan Mungan bir paragrafında:


Bir çocuğun kalbinin ne zaman kırıldığını büyükleri çoğu kez bilemez, ne kadar derinden kırılmış olduğunu da kendisi...Bunu hissettiği şimşek çakımı kısa anlar yaşar belki ama bilmesi yıllar alır. Yalnızca insanlar büyür, yaralar büyümez, yaralar çocuk kalır.”


Ve üstü kapanır gider,izinin yerini de bilir de zamanla kanıksar bunu insan! 


Sonra öyle bir an gelir ve yine bir aşk vesilesiyle bir şarkı,bir gülüş ya da bir öpücükle dokunur  kendi ruhuna,o an sızlar yine yarası! 

Anlat desen gelmez gerisi. 

Bir şey vardır seni ona çeken ama tanımlayamaz onu dağarcığının hiç bir cümlesi. Seviyordur elbette lakin bu yüzdendir akıldışı haline anlam veremeyişi! 


Yine de oturup iç’lenmiş, anestezimi almış,ruhumun ameliyatına başlamış olduğum böyle bir hissi,günlüğüme yıllar önce kendimce şöyle not etmişim:


Bakışlarının neşteriyle sanki parmak uçlarımın tırnaklarıma birleşen yerinde tırnağımın şekline göre çizikler çizdi. Her bir çizginin içine yüreğini damlattı. Yetmedi ayak bileklerimin iç kısmına bir gülücük çizgisiyle akmaya devam etti. Sırtımın ve belimin tam ortasında duyumsadığım omuriliğimin, her bir çizgisinde öyle çok sevildiğimi hissettim ki ya ben şimdiye dek ebeveynlerim tarafından bile hiç böyle sevilmedim ya da gerçekten onun içime sevgisinin akmasına çok ihtiyacım varmış dedim.”


Meğer yaramı kanırtmış,kabuğumun altına kendi aşkını katık etmiş,onun çocukluğunun yarası da bana merhemmiş. Sonra beni iyileştirip,kendine mühürlemiş. Öyle ya “Yarası saklım” derken Sezen, bunu da benim için söylemiş. 


Haklısın Sayın Mungan,özetlediğin gibi işte:


Bazı kalpler aşk değil yara arar;aşk onları yaralarına götüren bir yoldur yalnızca”

21 Ağustos 2022

AŞK, BİR EVLİLİĞİN İÇİNDE DEĞİLDİR

Aşk mı? 


Ne yazık ki halen inanıyorum. 


Dijitaldeki müzik uygulamalarının sıradaki ve önerdiği şarkılarıyla bir yapay zekanın bile ruhumu daha iyi anladığını düşündüğüm bu devirde, insandan artık umut kesilmeli mi bilmesem de inanmayı seçiyorum. 


“Aşk herşeyi affeder tek bildiğim bu, belki de başka hiç bir şey bilmiyorumdur “demişti bana. 
Öyle ki aşk, müsait olanı bulmaz, gider en canını yakana yapışır, doğru zaman nedir hiç bilmez, hele sana en uygun olanı hiç göstermez. 


Kara bir perdedir, tüm hataları örten. 


Şarkıya şiire düşman eder ama yine bir şekilde kendini dinleterek yine kendinle savaşma arzusu uyandırır! 


İlk gelişi bile başka bir yakınlaşmaya benzemez, yüreğinin ilmeklerini küçük yaşta keşfetmiş birinin bu hususu anlamaması mümkün değildir.


Öyle tutkulu bakar ki gözleri, ateşe düşeceğini bilirsin o an.


Öyle bir sözcük kullanır ki cümleler arasında bıraktığın boşluklarına gelir oturur tüm bilgeliğiyle.


Hem daha önce okuduğun tanıdık bir kitaptır hem de ona yetişmeye çalışmak istediğin bilmediğin tüm kitaplar.
Hem yanında kalmasını çok istediğin ama yanında kalsa ömür boyu onunla olamayacağını bildiğin.


Aşkın bir evlilik içinde olmayacağına binlerce kez yemin edebilirim.
Öyle mecburiyetlerden uzak, öyle içinden geldiği eylemlerden oluşur.


Saati de yoktur, bozuktur zaten hep O’nu gösterir. 
Tüm ayları,en sevdiğin mevsim kılar. 
Gelecek için takvime bakmaz, yirmi dört saatin yirmi dört yıl olduğuna inandırır. 


Uyumla hiç bir ilgisi olmayan, bir meydan okuyuş ve deli gibi savaşma arzusu uyandıran.
Sorumluluk gibi de değil sorumsuzluk gibi de. 
Sahip olma arzusu kadar ait olmayı istemekle eşdeğer. 


Bazen cinsiyet rollerini unutacak kadar, cinsine yüklenen anlamları geride bıraktığın, sadece insanlaştığın. 
Ve dahi bir o kadar ilkel, cinsine ait zevkleri ölesiye bir tutkuyla yaşadığın ve hakkını verdiğin.


Aşk hoyrat, başıboş bir ruh gezintisi.
Özgür kalmak isteyenin, kuralsızlıkların merkezi. 


Bir dakika bile olsa verdiği zevki yaşamak için tüm hayatını alt üst etmesi 
ve yine de bir kaçamayış, bir olamayış, bir tutunamayış hikayesi. 


İşin sonunu özetlemiş şiiirinde Bedri Rahmi;


“Aşk bir eşkiyanın hayata itirazıdır
Susarsa çatışma, konuşursa savaş
Severse devrim olur.
Tut ki ben bir eşkiyayım.”


22 Temmuz 2022

GÖKYÜZÜNDE BİR DELİ

 “Zaman lazım sadece, unutacaksın! Nasıl unuttuysan çocukluğunu, kırılan oyuncaklarını. Kırılan kalbini de öyle unutacaksın.” diyor Cemal Süreya.

Sanki unutmak elzemmiş gibi. Unutmasak olmaz mı mesela? Kendi çocukluğumuzu, onun çocukluğunu duyunca neredeyse sildiğimiz  ya da yer yer anımsadıklarımıza eklediğimiz, gece uykumuzun kaçma sebebini, hani “onun mavi kedisi yanımızda olmadığı içindir” diye düşündüğümüz, oyuncak aslanının kopuk burnuna düğme diken yumuşak, şefkatli bir anane elinin saçlarımızı okşadığını düşünerek aynı yastıkta uykuya daldığımız anlarla dolu o her gece inat eden dirençli hayallerimiz kurulmasın mı yani? Annesinin hazırladığı sevgi dolu lokmayı yemek için, öğle tatilinde okuldan eve koşturmacayla geçen bir saatin, anlık sevgi ve huzur şoklaması gibi olmasın mı o anlar zihnimizde?

Proust’un tanımladığı gibi “İnsanın, adlandırdığı şeyi yarattığına inandığı yaşlar”daki gibi işte. Çocukluk gibi sevmek, ne güzel şey. Çocukluğunu sevmekten daha başka bir şey bu! Belki sana ait  olmayan ama onunla var olduğunu düşlediğin hikayeleri birlikte yaşayabilmek arzusu! Bazen tanımadıklarımızın bile “çocukluğumdaki şunu çok özlüyorum” konulu paylaşımları, gülümsetmiyor mu bizi, sıcacık hem de! Birden o oluyoruz. Tıpkı çocukken ki halimiz gibi; sempatik, ilgili, meraklı ve yargısız. Hatta sorgusuz sualsiz. Ardındaki hamlelerin ne olacağını hiç düşünmeden korkusuz, cesur ve meydan okurcasına!

Ve severken bir köşede O’nu beklemek..Arkadaşlarıyla oynarken “aa dalmışım, geciktim samimiyeti”ndeki muzip gülüşü içine çekmek gibi, “annem çıkamazsın dedi cezalandırdı, gelemedim” özrünü duyarak suçlamadan affetmek gibi, “ödevimi yetiştiremedim, birlikte yaparız diye yanımda getirdim” kıvranışıyla  konuyu değiştirebilme ustalığına kanmak gibi! İşte böyle,bir hayalin dilek ağacına, rengarenk çaputlar bağlamak gibi bir şey bazen onu beklemek!

 “Hayatınızın üstünde hep bir gökyüzü parçası bulundurmaya çalışın.” diye ekliyor yazar. Ne güzel bir tavsiye, tam da yola çıkarken yanına almalık!  Zorlu zamanlarda güneşin ve ayın olsun, yıldızın olsun, yağmurun olsun, bulutun olsun, gökkuşağın olsun diye. Kuşların olsun, cıvıltıyla uçsun diye. Nefes almak kadar taze, nefes vermek kadar içten! Yeryüzünde bir olamıyorsan, varlığını gökyüzüne taşımak hali gibi, bir şekilde yaşanabilsin her şey diye! Ne de güzel konum atmış yıllar önce Turgut Uyar; “Göğe Bakma Durağı” diye! Ben geldim efendim, mekanda online’ım.😉

09 Haziran 2022

SESSİZ KÜTÜPHANE

 

Her zaman ki şefkatli sıcağıyla iç ısıtarak  baktı ve “Bir kitabın olsun senin, yazsana. Çok güzel yazıyorsun. Hem arka kapağında hep şöyle çekildiklerinden güzel bir fotoğrafın da olur. Hemen alır, okurum ben” dedi adam.

 Dudaklarını büktü ve “Yazmayım bence! Hem bana, sensizken oyalanmam için mi söylüyorsun bunları? Arka kapaktaki fotoğrafım mı? Mevzu bu mudur yani? Sadece görülmek mi?” dedi kadın.

 Gülümseyip sustular ikisi de, birbirine derince sarılmanın dili buydu çünkü!

 Aklından geçenler mi?

 Herkes kör olsa, bir tek O’nun gözlerine görünseydi. Kimse alkışlamasa, sadece O aferin deseydi. Tüm dünya sussa, bir tek O konuşsaydı. Öyle diz çökseydi de önüne, sadece O eğilip kulağına bir şeyler fısıldasaydı. “Baktım gülüşünden güzel şiir olur, ben de sevdim gitti.” diyen şaircesine “Laf ebesi olsam, iyi bir şair yapardın beni” dedi adam. Böyle söyleyip sessiz kütüphaneler mi bırakıyordu her defasında, yokluğunda usulca okuması için kadının?

Fransız Mallarme, satırlarında Dünyadaki her şey günün birinde bir kitap olmak için vardır.” derken bunu mu söylemişti?

Tüm  kelimeleri onun için yazmak, sayfalara adını kazımak, sabah günaydınlarına, içimden şimdi sen geçtin’li anlara yazmak güzel değil miydi? Güzel yazan biri olmaktan çok daha değerlisi, yazanın ruhuna dolmak ve yüreğine dokunmak ile ilgili bir duruşa sahip olmak değil miydi? Ancak gözleri şiir kokanlar, şair gibi sevenlere denk gelebilirdi. Herkes başarabilir miydi bunu, girilebilir miydi öyle hemen ince, kırık bir yüreğin içine? Posta kutunu açtığında sayfalarca seni sana anlatan, gözlerinin ışığında dans ettiğini bildiğin bir kadının, dudaklarındaki kelimelerin parmak uçlarına döküldüğü satırlara en yakın olmak, zamandan ve mekândan uzak bir yerde olmayı başarmak değil miydi? Parayla bile olsa yaptırabilir miydi insan böyle bir şeyi? Ismarlama şiirlerden, bilindik tanıtım cümlelerinden, derleme kitaplardan  uzak bir yerlerde, kıpırdayan bir yürekte bir damla kandan fazlası olmaktı bu! Belki hiçbir zaman adı konulmayacak edebi bir  tür, başkalarının okuyamayacağı sessiz bir kitap olup, yazan ve okuyandan başka hiç kimsenin bilmeyeceği binlerce mısralık bir damak tadı olarak hayatta kalmak değil miydi? Var olduğunu hissedebilmenin ta kendisiydi bu..

 "Bak kadınım, bir şiir var bildiğim” diye, avuçlarının içini öperek ona okumaktan daha iyisi, yazanın tüm kalbiyle beslediği bir şiir olmayı başarmaktı. Aşkın erkeğe yakıştığını ve bir kadının zaten aşk olduğunu kanıtlar gibi.

Ne iyi yapmış da yaşamış, ne iyi yapmış da aşk olmuş, ne iyi yapmış da şiir yazmış ve de ne  güzel söylemiş şair:

 Bir mısra daha söylesek, sanki her şey düzelecek."

21 Mayıs 2022

AVUÇ İÇİNDE BİR ÜLKE

Tek başına özgür bir ülkeyim ben

Irmaklarım güle oynaya kıvrılarak akar

Çiçekli dağlarım ulaşılmaz olmadı hiçbir zaman

Denizlerimin üstüne şehir düşer hep

İçlerinde bir çok hikayenin olduğu ışıklara bakışım ondan!

Kendine göre parlayan dolunayımı izlerken,
güneşe bir süre gitmesi için izin verdiğim bir göğüm var

Seni misafir ettiğimde rahatça oturman için bir bulutumu veririm altına

Göğümden bir yıldıza takılı kalmak istersen delik deşik kıyafetlerin olmalı üstünde!

Hayatın seni yorduğu kadar delik deşik
Çektiğin acılar kadar yırtık pırtık!

Mutluluk ülkesi arama boşuna,
bir “birlikte” ülkesidir benim topraklarım!
Sadece gülmeyiz seninle
Ağlasak da ayrılsak da birlikte!

Ormanlarım var benim çakıltaşlarım da
Bir gözüne,tablolara meydan okuyan manzaralar sığdırışım bu tanıdıklıktan!
Sen olmadığında baktığım fotoğraflarına değen gözyaşlarıdır onları yeşerten.
Ama mutluluk ama hüzünden!
Sahi hiç bahsettim mi sana,biriktirdiğim gözyaşı şişelerimden!
“Ben kattım sana biraz
Öyle sevdim seni” diyor ya şair
Güzelliğin hep ondan..

Sen gelince..
Sınırlarım, avucunun içine değer de taşardı parmaklarının arasından
Koskoca ülkemi avcunun içine teslim ederdim.
Hani şarkıdaki gibi “orda kaldı yanağımın yarısı” diyor ya tam da öyle! 
Yanağımın diğer yarısı şimdi nerede?

Sınırlarımı biliyorum demiştim ben
Sen de sınırların olsun istemiyorum demiştin
Sınırsızlığının sınırları öyle dar geldi ki yüreğimin beline
Göğsümün patlayıp dağıldığı her yer alev içinde!
Belki küllerimin kokusu ulaşır burnuna
Belki küllerimden yeniden doğar, görürüm seni yine bir gün! 
Tanır mısın  o zaman? Belki..
Zihninin hapishanesi izin verdikçe..
Görüş günleri olmayan bir cezaevisin neticede!

Yine yeşerir elbet yanardağlarım
Ve kıvrılarak akar sularım
Her gece gibi yerini güneşe bırakmayı iyi bilir günlerim
Ve ben 
Gündoğumunu gün batımından daha çok izlemeyi severim
Ne üşütür ne terletir mevsimlerim
Mutludur yine rüzgarıma kapılıp da gelenlerim.

Sen yoksan zamanı durdurur yine seni var ederim 
Sen varsan  yelkovanla akrebi hızla kovalayabilirim
Ne seni tam gönderebilirim
Ne seninle tam olabilirim

İşte böyle yine
Gülümseyince
İklimin bile değişeceğine inandıran bir Sezen şarkısına sığar ayrılık halim
Her giden bir parçamı alıp götürür de
Benim sende kalır yüreğim.

30 Ekim 2021

USLU PİŞMANİYE ve HAYLAZ PAMUK ŞEKERİ

Pişmaniye ve pamuk şeker; bizim zamanımızın abur cubur kategorisinde yer alırdı. Tüysü bir mutluluk hali verir yiyenlere ya da ben öyle hissederim.

Kimbilir pamuk şekeri ilk tasarlayan ne düşünmüştü? Aşık mıydı mesela yerden yükselip de bulutların üstünde gezmeyi başaran? Ağzında mutluluğun pembe çıtırtılarını hisseden! Yoksa ilk kez uçağa binmişti de göğe yükselmenin verdiği hazla gördüğü bulutlara benzeyen bir yiyecek mi olsun demişti?

“İçinde ne olduğunu bilmiyoruz bu yüzden sokaktan alma!Ben alırım sana pamuk şekerini” diyerek içine beher miktar anne korkusu yüklenen sıradışı bir yiyecekti. Lakin sokaktan başka bir yerde de satılmazdı. Annem de bunu bana sokaktan alırken kafam karışmış olsa da çocukluğun “boşver ya şimdi yiyorum gerisi önemli değil havası” içimi kaplayıverirdi. Bu hissi halen yaramazlık yaptığımda da çok sevdiğim doğrudur.  


Muhtemelen pişmaniyenin de mevzusu aynıdır ama o daha bir güvenliydi sanki! Kutusunu masada gördüğün an,çok sevdiğin birilerinin ziyarete geldiğinin tatlı huzuru kaplardı içini!  


Sevdiklerin terminallerde senin için düşünmüş ve çantasında taşımış olduğundan içi daha bir güven ve vefa doluydu. Her lokmada acaba “tadı kötü de pişman mı olacağım” yoksa “şimdiye dek yemediğim için mi pişman olacağım” sorunsalında gidip gelsem de anneme sormadan yiyebileceklerim kategorisindeydi.


“Çocuklarımızla konuşma biçimimiz, zamanla onların iç sesine dönüşür.” diyen O’mara aslında bir cümlede özetlemiş transaksiyonel analizi! 


Her yaptığımız davranışta annemizin başkaları hakkındaki sözleri, babamızın annemize karşı duruşu, başarısızlıklarımıza yaklaşımlar,başardıklarımıza onaylar,hiç göze görünmeyen yanlarımız ama bunu fark eden olunca aşktan tatlı bir telaşa düştüğümüz o anlar adeta iç organlarımızın hafızasına kaydolmuş gibi! 


Sızlayan miden değil aslında,güvenini çocukluğunda da sarsan o olayın sancısı!

Başına giren ağrı değil;son yaşadığın değersizlik hissinin ilkokuldaki Pelin’i sana tercih eden öğretmeninin sözleri! 


Ah yediklerimiz içtiklerimiz, sofralarda konuştuklarımız,fark etmeden insanlara karşı duruşumuz! Bir ebeveyn sorumluluğundaysanız da daha dikkatli olma hallerimiz..


Giydiklerimiz,dinlediklerimiz,baktıklarımız, yaşadıklarımız! Her biri sözsüz ve derin bir eğitim dili! 


Ve bu öyle bir dil ki,çocukluk ülkesinden başka hiçbir yerde anlaşılmıyor. Zaten o ülkede karşılaştıklarımızla sarmaş dolaş olabilmişsek, ilişkilerimizin gelişim sırrını keşfetmişiz demektir. Karanlık kuyularımızda kaybolduğumuz ya da kendimizi kimsenin bilmediği ceviz kabuğumuza sığdırdığımız o anlarda kabuğumuzu kırmayı başarıp, içimize yerleşen ya da kuyumuza ip sarkıtıp hadi gel oynayalım diyen biri varsa! Hele bir de bu fark ettiğimiz kişiyi kolundan tutarak o ülkeye çekip hep orada oynamak istiyorsak, işte o zaman biz “aşk”olmuşuz demektir. 


“Sen komik bir çocuksun”…İşte bu cümleyi çok sevdim. İçimizdeki o büyümeyen komik çocuklara sonsuz selam olsun o zaman! 


"BAZI KALPLERİN KADERİDİR AŞK"

  “Şiir yazdırmıyor aşk,yaşanırken” diyordu okuduğum satır.   Katılmadığımı belirtmek isterim. Şiir gibi roman gibi sevebilmek hissinden ...