“Şiir yazdırmıyor aşk,yaşanırken” diyordu okuduğum satır.
Katılmadığımı belirtmek isterim.
Şiir gibi roman gibi sevebilmek hissinden bahsediyorum ben,
günlük boşluk doldurma heyecanlarından değil.
Ve bu his, o yeni kişiyi tanırken başlar.
Hatta ilk esintisinden bellidir çekimi, onun rüzgarında dolaşırken.
Ve sana gülümsediği mevsimin içindeyken.
Yazdırır kendini, bilmeden sana.
Senin bile kendine şaşırdığın bir hızla.
Ve haberi bile olmaz çoğu zaman.
Ne yaptım ki ben diye düşünür durur da bilmez aşk’ın kendiliğini.
Zira gösterilen davranışın içinde değil, sevenin gönlündeki kavrayıştadır sihri.
Tanımayı çok istersin ama tanımların içinde kaybolmak da istemezsin.
Eski, bilindik gibidir ama aslında yeni, sıcak ve taze bir histir.
Sözcüklerini içinde biriktirir, kendi cümlelerine benzetirsin bazen.
Nasıl da aynıyız diye sevinirken.
Ya da “hiç düşünmediğim bir şey söyledi biliyor musun” diye zihnine fısıldamak istersin.
Kendi beynine yeni kavramlar öğretmeye çalışır gibi.
Bir o kadar da ayrıyız dersin, onunla uyumsuz yanlarını okşarken.
Evet ne hasreti öldürür ne varlığı ondurur insanı, bunu da bilirim.
Uzak kalmalı bazen dokunamamalı kişi severken.
Ve mırıldandığı nağmeleri, kendi sesiyle bestelerken.
Bildiği şiirleri, ciğerlerinde hissettiğini fark ederken.
Şarkıları yüreğinden çıkan ah ile söylerken.
Bu yönüyle ayrı değildir ki kişi sevdiğinden.
Yazdığı yazı, yürüdüğü yol, aldığı nefes gibi içindedir, gündedir, gecededir.
Hatta ayak bileklerine dokunsa biri, eli ateş kesilir.
Aşk, tenin hararetini yükseltendir.
Anlamını bildiğin kelimelerle başlarsın,
anlamını bulduğun kelimelerle onu kendine eklersin.
Sonra tüm anlamları bulmaya çalışırken, kelimelerin sınırından vazgeçersin,
o içindeki eski ahşap saatin sayılarına tutunup.
O;senin gizemli bulduğun bir boşluk, sana değip geçen bir teğet ve senin içindeyken en geniş kesişim kümesidir.
Matematik aşkı diye bir şey var ya da aşkın bir matematiği belki.
İliklerine kadar bir sözelcinin, sayılara his eklenmesine dayanır burada matematik ve dile gelen bir hikayedir artık.
İçindeki tüm bilgilerin, manidar bir karışıklıkta aktığı.
Sonrası mı? Sözcüklerin ve sayıların olmadığı mekansız ve zamansız bir yerdesindir,
sadece ritmi bozuk kalp atışlarının yankılandığı.
Bu yüzden aşk, yaşanırken şiir yazdırır aslen.
Henüz gerçekleşmemiş korkuların, yaşamak istemediğin ayrılıkların, sevişmeyle son bulmayan tartışmaların az öncesinde.
Sonrası zaten duyulmayan çığlıklarındır, kendi içinde.
Oysa yaşarken delice sevildiğini bilmeli sevilen.
Çocuk gibi sevinmeli, şımarmalı, şansını zorlamalı.
Yaşadığını hissetmeli diğerinin dilinde, gözünde, sözünde ve gününde.
Ve kuyruk sokumuna sıkışabildiğini, bacaklarının arasında ona yuva olabildiğini bir gece.
Gözlerini kapadığında, huzurla bilmeli ki artık bir gönülde aşk dolu bir hece.
Ve yaşadıkça,sevdikçe hisseder insan, hatırlamaz öncekileri, zira onları unutmamaktır aslında öğrendiği.
Ne kadar da doğrudur:
“Bir aşk birçok aşktan yapılıyor ve ayrılınmıyor hiçbir seferinde.” ya da “bazı kalplerin kaderidir aşk”
Kim bilir?