Nasıl da
zevklidir ilişkilerin başında birbirini tanımak! Hakkında her şeyi duymak
istiyorum diyen Nil şarkısı gibi olur birdenbire hayat! Sonra ortaokulda
kullanmaya başladığın ilk anket defterine döner gönlünün soru listesi! Sevdiği
yemekleri, filmleri, dinlediği şarkıları vs sorar, öğrendiklerini bir de onun
gibi dinleyip izler, bir şekilde onu öğrenmek onu yaşamak haline bürünüverir
insan! Yaştan bağımsızdır aslında bu olay! Genç âşıklar kendilerinde ki bu
halin damarlarındaki taze kanın deli olmasına bağlasalar da, orta yaşlarda ve
bir de aşkı yaşlılık döneminde bulmuş olanlarda da durum değişmez. Bu yüzden
bir gençlik iksiridir aşk! İçeni gençleştirir, yaşayanı daha bir fazla
güzelleştirir vesselam…
Aşk insanı
kendiyle yüzleştirir, inceltir, empatik ve duyarlı hale getirir sırrı da burada
başlar işte! Saydamlaşırsın, şeffaf ve yumuşacık olursun. Bir yandan tüm
dünyaya meydan okuyacak kadar güçlüsündür bir yandan sevdiğin kaşını kaldırsa
süt dökmüş kedinin can çekişme güçsüzlüğündesindir; işte bu yüzdendir
dengesizlik halleri aşkın… Bir öylesindir bir böyle! Öte yandan kibrin,
ukalalıkların, sert duruşlarının da yer yer sarmaşıklandığı karakterinin köklerini yerinden de
söküverir. Korunmasızsındır artık! Kalkanlarını yere indirirken, lazım olursa
sonra kullanırım diye sakladığın yeri de unutuverecek kadar âşık!
Yüreğinin gökyüzündeki bulutlar pembedir ve çocuksu bir tebessüm saklar içinde! Dışarıdan bakanlar senin yerli yersiz
gülüşlerinden, olanı biteni gereksiz iyileştirme hallerinden, sabahları mırıldanarak
şarkı söylemenden, yağan yağmurda coşmandan durumu hemen anlarlar. Hımmm bir de
sorsalar “yoooo bir şey yok ” denir, onu da atlamayalım. Gözlerinin ışığı çoktan
yıldızlara renk katmaya başlasa da bu olay, iki âşıktan başkasının bilmediği
bir sır olduğu için başkalarınca çok fark edilmez. Sonrasında ay da sensindir güneş de
yıldız da hatta tüm gökyüzü sana aitmiş gibidir. Şiirlerin konusu bir tek
sensindir ve şarkıların her nağmesi sana uymuştur çoktan!
İnceltir işte
yüreğini aşk! Öncesinde biriktirilen nefret, öfke ve küskünlüklerden oluşan nasırlarını yumuşatır, iyice derinine nüfuz eder ve yerinden söküp atar. Yudumladıkça sevgilinin
gözlerini, yeniden taptaze bir kan pompalanır tüm bedene! Bundan dolayı aşk şarabı
adıyla içilir. Daha çok tanımak istersin muhatabını ama bir yandan da hiç tanımamak! Sanki her
gün yeniden tanışmak, ilk kez karşılaşır gibi heyecanlanmak ama ervah--ı ezelden beridir de tanışık olmak! Çok seversen bitecek gibi, hiç
sevmezsen varlığının kıymetini bilememek gibi de endişelendirir insanı! Dünyalara
sığamazsın ama bir garip kulun yumruğu boyutundaki yüreğin içine dünyaları sığdırırsın!
Neden mi
yazdım? Genç kalmanın tek sırrı da hayatın kıymetini bilmek de saatlerin
saniyelerin hakkını vermek de hepsi aşkla mümkün! Yani inancım bu yönde! Lakin bana
yazdıran, sağım solum önüm arkam ölümle, virüsle, depremle doluyken yine aşkla
okuduğum bir zamanda rastlaştığım satırlardır efendim…
“Şu birkaç
saatin tadını çıkarın, hiçbirimize tek bir nefeslik bir yaşam dahi ikinci bir
kez verilmeyecek ve böyle bir anda aşkı bulan onun keyfini çıkarmalıdır.” (
Lyon’da Düğün; S. Zweig)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder