05 Temmuz 2020

MEVEDDET KOKULU AŞK MEKTUPLARI

         "Canımın canı, benim sultanım”...diye başlarmış hünkarlara sunulan aşk mektupları..

    Fethettikleri onca ülkeden çok daha önemliymiş demek ki bir kadının gönlünü fethetmeleri... Destansı mektuplar yazdırabilir ve yazabilirlermiş gönül sözlükleriyle..

Dağı taşı inleten o büyükler, aşk karşısında inim inim inleyerek dönerlermiş seferlerinden...Fethettikleri topraklardan güç alıp, aşk dolu halleriyle bulundukları yere kök salarlarmış. Sonra bu kökler sarmaşık olup, aidiyet ve mensubiyet hallerine katılır yol olurmuş, ülke olurmuş, şehirler olurmuş, yuva olur, aile olurmuş.

    O korkusuz, o cesur, o güçlü kudretli fetih hallerini; zarif, ürkek, narin ve sevgi dolu bir kadının yüreğini avucunda tutabilecek kadar da dengede kullanabilirlermiş. Düşününce ne kadar anlamlı, içten ve özel bir denge halidir bu! Bir gözüyle emirler yağdırırken sağa sola  bir gözüyle sevdiceğinin gözlerinin içine bakarak “dile benden ne dilersin” diyebilmek cömertliğindelermiş.İşte bu hâl bir erkeğin "muhabbet" makamıdır! Kadın zaten muhabbettir. Hani şimdilerde bir söz vardır ya! “Aşk erkeğe yakışır, çünkü kadın zaten aşktır” diye! İşte bu sözün arkasındaki anlam budur.

     Muhabbet.. Alelade sohbetler için kullanılamayacak kadar içinde yoğun duygular taşır! Sözlükler irdelendiğinde “hubb” kökünü barındırır içinde yani “ruhun kendisinden lezzet duyduğu şeye meyletmesi” demektir ki; muhatabına bakarken cana gelir; dil olur, sözcük olur, hürmet olur, yürek olur. Muhabbet yoğunlaşır, gözleri dolar, içi içine sığmaz taşar hallere girer; işte o vakit adı “meveddet” oluverir. Bu makamda aşk vardır, sevgi vardır, Rab kalbin içine “vedud” isminden damlatmıştır, ”vüdd” hali vardır. Bağışlanan bir sevgidir bu, kişinin iradesini aşmıştır artık!Bir ihsan hali, bir tecelli etme durumu vardır. Yaradanın kaynağından beslenmeye başladığı için sonsuzluk hali vardır, ”ölene dek” diye başlayan vaadli cümleler bellekteki yerini kaybeder, zira yürek almıştır artık sorumluluğu! 

       Zihin dinlenmeye geçmiş, suya bırakmış kendini, akış onu huzura gark etmiştir. Ruha eklenerek, öldükten sonra bile yaşamaya değer kılmıştır insan denen aciz varlığı! İnsan içindeyken bilemez ruhun mertebelerini; yeni durum onu sarsmış gibidir. Anlamaya çalıştıkça, sözlükler karıştırır, merakla araştırır lakin dünyevi bir ilimde bunlara rastlayamaz. Ve elbette bir de bu ilmi talep etmesi gerekir çünkü her türlü ilim ancak isteyene verilir. Alışkanlıkları değişir, ezberleri bozulur, olmaz dedikleri oluverir, kınadıkları başına gelir, hayatı alt üst olmuş gibi görünür. Dünya gözüyle görülen hal budur. Kökler, bağlar, tecrübeler, ezberler, olup bitenlerden ve dünyevi kaygılardan sıyrılmaya başlar artık...

        Münezzeh olmuştur; zamandan, mekandan, eşyadan...Namütenahiliğe yolculuk başlamıştır ilanihaye'ye kadar uzanan...Teslimiyet vardır ve dahi iradeyi bırakışlar! Sanılmasın ki kişinin bundan sonra hayata bir dahli yoktur. Aksine daha aklı başında bir cesaret haliyle bütünleşmiştir. Kişi "seçebilme" kudretini damarlarına kadar hisseder artık!

        Ah şu seçmek! Yeryüzünde bundan daha tesirli bir kelime var mı bilinmez! Seç ve yaşa; seç ve bitir; seç ve devam et; seç ve acı çek; seç ve gülümse vs vs vs.Seçim yapabilme kudretimizdir aslında bizi özgürleştiren! Bizse özgür olamadığımız için seçim yapamadığımızı düşünüp kendimizi bir çekmecenin içine sıkıştırırız genellikle...Her zaman  bir gün özgür olacağımızı düşlediğimiz anlar gelecek diye yaşamaya çalışırız. Zamanın ne kadar kısa, ölümün ne kadar yanıbaşımızda olduğunu unutarak... Feda ettiğimizi düşündüklerimizin, kahramanlık hikayesi gibi ardımızdan bahsedileceğini umarak! Bize sonsuz bir cömertlikle lütfedilen hayatı, içimizden gelenler ülkemize yabancı düşerek tüketmeye çalışırız.
       Ne güzel de anlatıyor, okurken altını çizdiğim satırlar bu durumu:"İnsan 16 yaşındayken dünyayı değiştireceğini düşünür. 18 olduğunda düşünceleri sert bir kayaya çarpar. 20 yaşına geldiğinde hiçbir şey değiştiremeyeceğini anlar. 25 yaşına geldiğinde ise dünyanın onu değiştirdiğini fark eder ve insan 25 yaşında ölür, 75 yaşında gömülür." 

       Bu hesaba göre 25’ten sonra elli yıl nefes almadan geçer. Hayatının kontrol panelini başkalarına ve işin en kötüsü sevdiğim dedikleri insanların hoyratça ve gelişigüzel kullanımına teslim eder.Dönüp ardına baktığında gün içinde bir köşede gazetesini okumayı, beş dakika tek başına kahve içebilmeyi ya da bir film izleyebildim bugün şükrünü hayatının konforu sayar.

      Ama özüne rastlayanlar öyle mi?  Özünü keşfetmişse eğer bu kez bambaşka bir hayat başlar. Hayatın ona getirdikleriyle ilgilenmez, hayata ne katabileceğini bilir ve hareketlenir. Üretkenlik vardır, aşk vardır, artık yapmak istedikleri değil zaten yapıyor oldukları vardır.  İçinde kalanlarla hayıflanmaz, içinde oluşanların renkleri ve danslarıyla devam eder. Bilgece  sorgular, kendine gerekli olanları yanına alır, kendinden çalanları ardında bırakır. Daha rafinedir artık zevkleri, yaşam tarzı ve düşleri… Kötü düşünmek ve maske kullanmak zorunda kalmaz; en estetik hastalık olan farkındalık hastalığına yakalanmıştır. Koklar, dokunur, tadar, anlar, fark eder ve ruhuna uyumsuz olanı uzaklaştırır kendinden… 
      Hayaller kurmak yerine bir hayali yaşamak...Daha yüreğinden geçirirken düşlerin elinden tutmak.. Her duygunun farkında ve tınısında olmak...Nefes almanın kıymeti ve güzelliğini her seferinde tatmak..Bizi sıkıştıran çerçeveler ve çekmecelerden uzaklaşmak...Yürekteki muhabbeti, meveddet makamına dönüşerek yaşamak..

      "Sen benim gönül sözlüğümde hiç sayfalara bakmama gerek kalmayanımsın" yazdırabilecek bir gönle denk düşmek.. Hani yaşlı teyze eşini kaybedince demiş ya "şimdi ben derdimi anlatırken konuşmak zorunda kalacağım" diye! İşte o samimiyetin, o suskunlukların, görünmeyenlerin ötesindeki ülkeye geçebilmek...Şairin dediği gibi, bütün işinin gücünün yaşamak olması haliyle…"Ciddiyetle yaşamak”..


Ey Gönlüm! Hayatın bana ikram ettiği Fİ masalı’nı yaşamaya tüm varlığımla niyet ediyorum”.. 

Muhabbet ve Meveddet ile… 

Hiç yorum yok:

"BAZI KALPLERİN KADERİDİR AŞK"

  “Şiir yazdırmıyor aşk,yaşanırken” diyordu okuduğum satır.   Katılmadığımı belirtmek isterim. Şiir gibi roman gibi sevebilmek hissinden ...