09 Temmuz 2020

İŞİM GÜCÜM YAŞAMAK

        Bir insanı tanımak isterseniz yediklerine, okuduklarına, raflarına dizdiklerine bakın derler! Ve insan nasıl yaşamaya ve neyi seçmeye başlarsa ona dönüşürmüş birkaç yıl sonra…Buna gerçekten tüm yüreğimle inanıyorum. Ya yaşadıklarımız bizi bir yere getirip sözler söyletiyor ya da okuduklarımız yaşantılarımıza yeni bir yön gösterip yol veriyor.

        İçimde yazma aşkı başladığı yıllardan beri biriktirdiklerim ve hatta içime göre yazdıklarımı okuyan arkadaşlarım bir kitabın olmalı dediklerinde fazla heyecanlanıp bir kitap çıkarsam mı dediğim heyecanlı özel bir sohbette, yazdıklarımı bir kez dahi okumayan bir adamdan “niye sen Tolstoy musun?”cevabını almıştım. Yazara işlemez bu sözcükler elbet yazmak onun en tutkulu dansıdır lakin muhatabın bir cellat olduğu gibi bir hissi de silemez beyninde! 

        Oğlumun “sen yazmaya başlayınca maşallah sayfaları Jane Austen romanlarına döndürüyorsun, şu bilgisayarında dosyaların fazla yüklü ama şifresi merak uyandırıcı” dediğinde “ne güzel yazıyorsun annem seninle gurur duyuyorum” diyen, ne yaparsam yapayım eşsiz kabulünü hissettiğim kızımın  yorumlarının iki uçurumu arasındaki konuşmalarının içinde kendime bir yer bulmak için geçmişteki bu Tolstoy muhabbetini anlatıverdim birdenbire.. ”Oooo adam sağlam eleştirmiş seni “ diyen oğluma karşılık, kızımın cüretkar Tolstoy yorumu ortalığı fena salladı: ”Bırakın ya ben o adamın kitabını okudum, çok sıkıldım, sanki çok iyi bir yazar, bence anlatamıyor”dediğinde ikimiz birden uzun uzun bakıp “yaşına göre olmadığından böyle düşünüyor olabilir misin?”cevabını verdik. “Ben ilham verecek yazarlardan bahsediyorum, sadece iyi yazanlardan değil“ diyerek tüm ukalalığıyla sohbete nokta koymuştu kızım.. Ee haliyle biz de onun bu yersiz özgüveniyle güldük eğlendik.

         Ama içimde birşey uyandı o anda…Belki de gerçekten biz bazı yazarlara fazla anlam yüklüyoruz. Okunması gereken, bilinmesi gereken, sorulunca hemen söylenen kitap listelerimiz uzayıp gidiyor. Ya okurken  bize hissettiren, yüreğimizde sıcacık kaynayıp parmak ucumuza sızan kan ile altını çizdiğimiz satırlardan oluşan kitaplar? Raflarımızda gösterişten uzak köşelerde yer alanlardan bahsediyorum.. Adı sanı çok da bilinmeyen ama yüreği kanırtıp deşip çıkaranlardan…Ya da çok bilinen “aman o da çok romantik yazar” denilen duygularını bastırmaya alışmış bir kalabalığın zihin kokan sözlerle üstü örtülü tehditinden dolayı el uzatılmayanlardan…

        Kafka’yı severim ben..Göremediği sevgilisini görmeye çalıştığı an yazdıklarıyla bir mutlu dolap olmayı göze alan o adamı..O’nu okuduktan sonra eşyalara anlam yüklemeyi öğrenmiştim mesela… Cansız bir nesneye mutluluğu yakıştırarak hayat vermiştir. Seni seviyorum ve her an görmek istiyorum ancak bu kadar güzel resmedilir okuyucunun beyninde… Ama ne yalan söyleyim kendi yazdığım mektupları okuyunca da “Ah Milena! Seni tatlı kız…Seni okumak ne yazık ki Kafka’nın mektuplarına düştü. Seni ben yazsaydım, sen bile kendine inanamazdın” dediğim zamanlar da olmuştur. Çünkü bir insan, bir yazarın mektubuna ve günlüğüne konu olabilmişse bence çok şey olmuştur bu hayatta! Artık bir hikayesi vardır. Kendinin bile bilmediği derinliklerini, yazar neşteri sayılan kalemiyle ortaya çıkarır, içine kendi canından, kanından damlatır ve ruhlandırır. Bu yönüyle yazar yaratıcılığa sahip gibi görünür lakin onu kendinin yaratmadığını da iyi bilir. Çünkü Yaradan, hikayeye dönüştürülmesini istediği  karakterin yani yarattığı nadide kulunun gözle görülür hale gelebilmesi için ve yarattığı kulunun solan yaşamına yeniden can verebilmesi için yazarın önce yüreğini sonra kalemini evirip çevirir, eğip büker. Yazar da yazılanlar da sadece Yaradan’ın görünürlüğüne bir vesiledir. 

     Yazılarımı yazarken her zaman içimin saklı bir köşesinde bir Cemal Süreya bir de Murathan Mungan’ın gizlendiğini düşünürüm. Yine yeni yeniden okumak, onları soluklamak, satırlarıyla hemdem olmak ve bir aşkın nefes alışverişinde onları kendi içime katmak... Bence zaten herkesin bir şairi,bir yazarı, bir solisti, bir şarkısı, bir dans stili, ünlü bir tablosu,bir rengi,bir kokusu ve de kendini tanımladığı bir enstrümanı olmalı;şöyle bir çırpıda söyleyiverdiği! Bir insanı tanımak için ona hayallerini sorun denildiğinde verilen cevapların arasında  bunların hepsinden bir miktar olduğunu bilmeli…

          Bu hayatta yüreğinizin mazide kalan bir celladı olmuşsa ve siz yine de yaşama arzunuzu her gün daha çok güçlendirmişseniz yazdıklarınıza okuyarak yorum yapabilen ve “hayal perim” diyen bir ilham kaynağı da ikram edilebiliyor. En güzel yazma vesilem diye anıyorsunuz her satırda…Çünkü ben yanındaymışım gibi yaz diyor. O zaman bitmeyen şiirler, seriye dönüşmeyi bekleyen kalın romanlar, tamamlanmak bilmeyen  senfonileriniz oluyor. Hikayesi size benzeyen, yara kabukları sizinkini andıran ve nerede yaşadığını daha önce bilmediğiniz lakin birdenbire şah damarınıza yakın bir yere iliştirdiğiniz bir kaynak…”Günaydın” deyince güneşi içinize tablo gibi yerleştiren, “iyi geceler” dediğinde artık ondan daha iyi bir gece yaşamayacağınıza inandıran! Bakışlarının her halini yeni bir yıldıza yüklediğiniz! Ah yıldızlar diye göğe bakıp iç geçirdiğim bir gece karşılaştığım şu satırlar ise tesadüfün iğne deliği: “Her kula nasip olmaz gökyüzünden yüreğine bir yıldız düşürmek ve her yıldız da yol göstermez zaten! Yani illa bir yıldıza aşık olacaksa insan şimal yıldızı gibi olmalı sevdiği. Her zaman seninle olmalı. Sana ışımalı. Her zaman yol göstermeli. Binlerce yıldız içinde başka görünmeli!” Tam bunu okurken “Gözlerindeki ışık bana ilham oluyor” diye yazdığı satırın devamına eklediği gelişigüzel bir hoşçakal… Bu hoşçakal’ı öylesine söylediğini bildiğiniz halde  “gitmesin hiç” diye düşünerek yüreğinizi sızlatan ve sözlükten bu kelimenin silinmesini istediğiniz..Sonra anlıyorsunuz şair neden şair olmuş, yazarların da  aslında bir ütopyası yokmuş. Yaşamış, solumuş ve durmadan yazmış. Hatta Şükrü Erbaş altını çizdiğim satırlarında şöyle tarif eder bu durumu: “Şairin karın zarında bir bıçak ya da kafasında on beş numara çiviyle gezdiği dönemdir.” ve buna ek olarak gelebilen Necatigil satırları süslüyor sonunu: “Şiir, kapatmalarla dolu bir haremi ele güne açmak gibidir”

       Gizli saklı sevmenin güzel ama satırlara sığdırabilmenin de sadece yazara değil sevenlere ilham olabilmesi gerçeğini de düşünmek gerek. Sevmeyi bilmeyen kalabalıklara yol göstermek için. .Unuttuğumuz ve ertelediğimiz solmuş hayatlara yeniden dokunabilmek için…Nefes alıp vermenin aslında ne büyük bir özen olduğunu hep birlikte hatırlamak için... Özümüze giden yolda, içimizdeki aşkın mekandan, takvimden, saatten  bağımsız halleriyle esir olduğumuz bedenleri ruhun varlığını duyumsayarak özgürleştirmek için… Bazen bir kısacık an sevip adeta bir ömür boyu onu yazmak istiyorum demek için..Bu yönüyle hayranım Mungan satırlarına..Bir otel balkonunda kendisine bir bakışıyla hayran olduğu kadınla tesadüfen yediği bir akşam yemeğini ve masada konuşulanları öyle bir kaydeder ki yıllarca sürmüş sanarsınız o muazzam aşkı.. Halbuki ertesi gün bulamamıştır onu yeniden ziyarete gittiği odasında! Kadının ardından yazılanlar ise diz boyu..Her esen rüzgarda çamaşır ipinde sallanan bir elbise görüntüsü yazarın aklını ve hayalini beslemeye devam etmiştir yıllarca…Evet sevgili analitik beyinler! Diyelim ki yazar çok melankolik…Bir kez yüreğinin varlığını hissetmek için bile yazmaya ve yaşamaya değerdir olanlar!

        Sevmek diyor Cemal Süreya “Sevmek, ne uzun kelime!” Ve ekliyor devamında.. “Sen aklım ile kalbim arasında kalan en güzel çaresizliğimsin!” Gelsen diye çağırıyor hem tüm umuduyla hem tüm umutsuzluğuyla.. Gelince de susmaktan başka bir şey vaadetmiyor aslında…Bu yönüyle evet sevmek ne uzun bir kelime… Ve buna benzeyen ve hatta daha içli ve derinden olan özlemleri barındıran aşk dolu satırları, hastanedeki eşine moral olsun diye yazmış Cemal Süreya..Sonrasında  derlenen bu mektupların adı ise benim için son derece manidar: Onüç Günün Mektupları..

        Ya ben yaşadıklarımı okuyorum ya da okuduklarım beni yaşatıyor. Şükürler olsun, her iki ihtimalde de yaşıyorum. Nazım’ın dediği gibi.. Yaşamak..Büyük bir ciddiyetle…İşinin gücünün sadece yaşamak olduğunu bilerek..

Hiç yorum yok:

"BAZI KALPLERİN KADERİDİR AŞK"

  “Şiir yazdırmıyor aşk,yaşanırken” diyordu okuduğum satır.   Katılmadığımı belirtmek isterim. Şiir gibi roman gibi sevebilmek hissinden ...