Wittgenstein..Bir çok sözünün hayat felsefeme ilham olduğu yürekli bir beyin! ”Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır.”derken kelimeler ve dil üzerine düşündüğüm bugünlerde, sürekli dilimde bir nakarat gibi bu sözleri! Dilini kontrol edenin zihnini de kontrol edeceği düşüncesinin altını çizen George Orwell romanında olduğu gibi kesinlikle zeka ile ciddi anlamda ilintili bir süreçtir bu durum! Dil; zihnin analiz halidir bu yönüyle! Ve iyi bir dil kullanımı, kelimelere, cümlelere hayat verir, üslubu şekillendirir, tatlısı yılanı dize getirir, acısı kişiyi ardına bakmadan terkettirir. Ruhumuzu, yaşadıklarımızı, göze alışlarımızı, vazgeçişlerimizi düzenler. Gönül sözlüğünde yer almak için gün içinde can attığımız ve gecesine kapattığımız gözlerimizin, gerçekliğimizin asıl ışığına fısıldadığı sözlerle erişebildiğimiz o muazzam dilin sıralandığı kelimelerin gücü!
“Kelime yaralanmak anlamına gelen kelem sözcüğünden türer. İnsan yazdıkça, hikayeler anlattıkça yaralarını gösterir diğerine.." derler. Aslında anlatanın kendiyle dertleşmesidir yazdıkları ve anlatan, harflerin her birine bir duygu yükler, noktalama işaretleriyle gönül ritmini gözden geçirir. Üst üste iki noktayla düşüncelerinin arasında koşar,zıplar. Virgülle durur soluklanır, bir yudum sevgi içip yola devam eder. Ünlemle incittim mi diye korkar, yanlış anlaşıldım sanırım eyvah der, kaygılarını, şaşkınlıklarını soru işaretinin çengeline takar ve merakla bekler. Kararsız kalır bazen bir nokta koyar. Cümleleri bitti sanır, zamana bırakır. Sonra içinde söyleyecekleri şekillenir, çünkü şarkıları birikir, şiirleri taşar gönlünden ve yeniden isterse eğer noktadan sonra büyük harfle başlayacağından emin bir şekilde yazmaya başlar. Aşka gelir, artık her cümlesinin sonuna nokta koymaktansa, üç noktanın sonsuzluğuna uzanmak ister. Mevlana bu işin sırrını şiirinde nasıl da güzel ruhlandırır:
“Üç nokta aşktır…
Her nokta gizli bir Ahtır!…
Seviyorum deyip haykıramamaktır…
Boğazda düğümlenen iki çift sözdür…
Dilin lal, gönlün melal olduğu andır…
Gözlerden süzülmeyen iki damla gözyaşıdır…
Hissedilen fakat bir türlü yazılamayandır…
Kelimelerin kifayetsiz kaldığı andır…
Üç nokta; bitmeyendir bitemeyendir…”
Dili kullanırken doğru anlaşılabilmek çabasıdır noktalama işaretleri ve sözlükler! İsimlerin anlamını bulabilmek derdidir. İsim koyabilmek, Adem’in öğretisidir. Ona öğretilen ve bizim de onun vasıtasıyla öğrendiğimiz! Bu yüzden yeni kelimeler yaratamıyoruz ve başkalarının kelimeleri arasında yaşadıklarımızı şekillendirip sığdırmaya çalışıyoruz. Başka türlü kendimizi ve halimizi anlatamayacağımızdan o kadar eminiz yani! Gönül sözlüğüne geçiş yapmamışsak eğer..
Terapilerdeki etkililik de dilimizin dokusundan nasibini alır. Bu yüzden kültürümüze ve dilimize yabancı olan bir terapistin ruhumuzun derinliklerini anlaması oldukça zor görünür. Mizahımızı, atasözlerimizi, dilimize ve kültürümüze has özelliklerimizi ne kadar yakından bilir ve anlarsa o kadar kendimizi rahat hissedip terapistimize açarız bu yönüyle!
Dilin sınırlarını aşanlar var mı? Elbette ve sanırım ben bu sınırsız ülkeyi daha çok seviyorum. Tolkien kitapları okumaya başladığımda O'nun yarattığı dünyanın içinde gezmeyi de çok sevmiştim. O'nun haritası başkaydı, coğrafyası başka hatta Ortadünya'sına özgü üç farklı dil oluşturmuştu. Elflerin dili, yazılan şiirler, yazıtlar ve o tılsımlı yüzüğün içine işlenen satırların Mordor dili denilen kara lisanda olması hali! Yazar, kendi oluşturduğu dünyasına davet ederken bir yandan o dünyanın içinde yaşamanın sırlarını da sunuyor okuyucuya! Ve hayallerimize ilham olan sıradışı yazarlar adeta bize şöyle söylüyor;
Öyle kolay değil benim ülkemde olmak! Merak etmen gerek, öğrenmen gerek, keşfetmen gerek..Bazen susman ve sırların kulağına fısıldayışlarını duyman gerek. Görünenin ardındakini görmen gerek ve bazen görebilmek için gözlerini kaybetmen gerek. Bildiklerini unutman, yeniden yorumlaman ve ezbereliklerden çıkarman gerek, yoksa bu ülkeyi kavrayamamış olursun. Bu yönüyle dilin sınırsız kullanımlarını keşfettiğimiz her kitap, yeni bir hayattır ve yaşamaya değerdir. Hayal kurmanın neşesini taşır, göğe yükseldiğini düşünmenin hafifliğini! “Sen duydun mu sustuklarımı ?”diyen Oğuz Atay’a selam verirsin geçerken! “Sana dilsiz, dudaksız sözler söyleyeceğim, bütün kulaklardan gizli sırlardan bahsedeceğim, bu sözleri sana, herkesin içinde söyleyeceğim ama senden başka kimse duymayacak kimse anlamayacak.” diyen Şems’in dansını izlersin. Orada Turgut Uyar’ın mekansızlık dolu göğe bakma durakları vardır. Aklına gelir de saatine bakarsan eğer akrep ve yelkovanın olmadığını görürsün. Zaman yoktur, vakit vardır o “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nde! “Yıldızlar birbiriyle konuşabilir, insan insanla konuşamaz.” diyebilen Tanpınar’ın omzuna dokunarak bakarsın gökyüzüne! Hasan Ali Topbaş’ın satırlarındaki gibi;”kuşların bile bir izi vardı gökyüzünde, sözcüklerin dişte, bakışların yüzde” ama sen bu izleri dünya gözüyle göremezsin o ülkede! Gözlerine bakarken gönlüne sızanın sonsuzluğudur artık saniyeler! Kalp organ olduğunu unutur, kan akışı görev değiştirir, dil akışı kalbe yürek olma lütfunu ikram eder.
Dil önemlidir; kullanabilmek zeka ve estetik gerektirir. Gönül dili ise dili hayaliyle kavrayanların aşk dolu işidir. Burada hayal yerine tahayyülü kullanmak daha da bir içimden gelir. Zira hayal, tahayyülün sadece bir objesidir. Gönül diline sahip olanlar; susarak da anlaşırlar, gözleri olmadan bakışırlar, yürekleri sarılmıştır artık kollara ihtiyaç duymazlar. Dil zihnin, gönül dili ise ruhun analiz halidir. Esirgenmeden kullanılması tavsiye edilir.
Diliniz cömert, gönlünüz zengin olsun efendim…