Bir an vakit durdu sanki..Akreple yelkovan
saatin sınırlarından sıyrıldı gitti. Belki de şimdiye dek, saat diye bilinen
şey aslında hiç yoktu. Zaman gibi, mekan gibi belki o da yoktu.
Zemin kaydı sanki ayaklarımın
altından...Gökyüzündeki bulutlar birbirinin içinde kaybolarak büyük bir pamuk
torbası oldular. Sanki nefes alabilmemi kolaylaştırmak ya da sonradan kanayacak
yüreğime pansuman yapmak için göğsüme oturuverdi o pamuk torbası... Güneş tüm
gücünü birleştirip sadece bir ışık huzmesi olarak onun gözlerine yerleşti
adeta...
İçimden geçen her şeyi okudu
sanki...Ezberlerimi,şarkılarımı,ahhlarımı,dualarımı,hayallerimi,mutluluklarımı ve acılarımı....Kendimi o an onun cümleleri içindeki virgüllerde soluklanırken
buldum. Mesela nokta yoktu cümlelerin sonunda...Cümlenin sonu gelse ölebilirdim
zaten...Bitmeyen satırlar,okunmamış paragraflar olsun,noktalı virgül ile üç
nokta sıraya girsin istedim o cümlelerde... Gönlüme yazdığı sayfalara, içtiğim
çaydan damlasın,azıcık da sütlü kahve koksun istedim o sayfalar buram buram...
Belki de her şey mümkün ülkemin
çığlıkları,yürüyüşleri,eylemleri başlamıştı zihin dünyama karşı...Mor
karpuz,asla kırmızı olmam ben diye bağırmıştı mavi kirazlar gibi... Zihnin
sınırlarına girmek istememişti içimde yaşananlar...Durumun adını bile
koyamamıştı duygular kendi aralarında tartışmaktan... İfade edilemeyenler
kütüphanesindeki “çaresizlik” sözlüğünün 451.sayfasında geziniyorlardı yeni
anlamlar bulabilmek için...
Alice oldum sanki harikalar
diyarında...Bir an büyüdüm birden küçüldüm. Genişledim daraldım, karman çormandım. Zıtlıkların çekip
gittiğini, uyumun parçaları nasıl bir güçle birleştiren bir yapıştırıcı
olduğunu fark ettim. Gördüğüm en iyi tablo, en iyi yap-boz,en iyi tangramdı
sanki...Belki de çocukluğumun play stationu solo test'in tek başına ortada
kalmış kırmızı taşı gibiydim o gittiğinde...Sanki oyun bitmişti. Elinden
oyuncağı alınmış bebek gibiydim. Ağladım hem de çok... Gözyaşlarım bonibon gibi
dağıldı her yere...Ne yaşıyordum ki şimdi? Ne adı ne yaşı ne kim olduğu aklıma
geliyordu. Yaşattığı daha anlamlıydı çünkü...
Gel dese arkama bakmadan gidebilirdim
nereye olduğunu bilmeden...Kal dese çakılı kalırdım belki olduğum yerde,kök
salardı yüreğimin çınar ağaçları...Uç dese gökyüzüne süzülürdüm martı gibi… Belki
de uğur böceği gibi şans getirmek için ona, avucunun içine yerleşirdim hiç
gitmeden bir yere...
Aşk mıydı adı? Belki ama daha
önce aşık olmuştum benzemiyor gibiydi. Dost muydu adı?Belki ama onda
dostlarımdan daha fazlasını bulmuştum.Tanımlayamamak,anlamlandıramamak ve
adlandıramamak koridorları nasıl da upuzun ve dolambaçlıydı böyle?
Kendi yazdığım masalın
satır aralarına sıkışıverdim adeta...Uyanmayı hiç istemediğim bir masaldı
bu...Ya biri ışığı açar da kendi boşluğumdan uyandırırsa ne yapardım?
Balkabağına dönüşmeyi hiç istemeyecek kadar direnen bir masal prensesiydim.
Zaten ayakkabım bile bir mesaj vermişti bana olmadık yerde takılıp ayağımdan
çıkarak...Külkedisi miydim? Yok yok Pamuk Prensestim belki de...Daha önce
yüreğimi cadı kraliçeye götürmeye kıyamayan avcının, beni terk ettiği karışık
ormanda, bir elmanın peşinden mi gitmeliydim onun tarafından uyandırılmak için?
Bilemedim. Ya da uyusam daha mı iyiydi suya sabuna
dokunmadan, kimsenin canını yakmadan? Belki de Külkedisiydim, çatı katında kilitlendiği
odada bekleyen...Ses çıkarmadan,ayakkabının teki hanginizde diye sorduklarında
cevap veremeyen külkedisi...Cevap vermeye içi giden ama cevap verirse başına
gelecekleri bilen...
Yollarım yönlerim
karıştı. Gerçeklerim şaştı. Buz gibiyken aynı anda içimi eriten sıcaklığı da
vardı. Hem serindi hem kaynar... Kazanmış gibi kaybetmiş gibi... Düşmüş gibi
çıkmış gibi. Hem var hem yokmuş gibi. Hem az hem çokmuş gibi...Hem aç hem
tokmuş gibi...Hayat sırf buymuş gibi... Belki de sonu olmayacak bir
yolculuk gibi ya da sonsuza yolculuk gibi...Bu ne şimdi bilmiyorum,
sadece zamana bırakıyorum. Sonuca değil, süreçte kazandıklarıma bakıyorum. Hayatı
ve kendimi anlayabilmek için…