“… düşündükçe aslında hiç sevilmediğimi fark
etmeye başladım hocam… Son birkaç aydır kendimi çok değersiz hissediyordum,
bugün biraz kendime döndüm ve aslında uzun zamandır kendimi ihmal ettiğimi fark
ettim. Yapabildiğim onca şeyi görmediğimi, sahip olduklarımın farkına varmayıp
körleştiğimi düşünüyorum..” diye anlatıyordu bana hikâyesinden geriye kalan kaliteli
kırıntıları…Kaliteli diyorum çünkü çoğu insan yıkıldığında bu kadar kendiyle iyi yüzleşemiyor çünkü!
Üzgündü,
ilişkisi bitmişti ve sevdiğinden uzaklaştıkça hiç sevilmediğini de derinden hissetmişti. Değiştirilmeye
çalışılmış, varlığı hep bir eleştiriye uğramış ama o sevgisinden pardon görmezden
gelmişti.
Yaşadıklarımızı
yani o içine türlü sevinçlerimizi, umutlarımızı, hayallerimizi, sanki onun için
aldığımız nefesi, içimize çektiğimiz güneşi sığdırdığımız o yaşanmışlık anlarımızın
basit cümlelerle kırıntılara dönüşerek, paylaşmaya bile isteksiz hale
gelişlerimizin özeti gibiydi söyledikleri! Ve böyle şeyleri paylaştığımızda imdada
yetiştiğini düşünen konu komşu cümleleri mi? “Demek ki hayırlısı böyleymiş
senin için”, “gençsin daha ooo neler olcak bir dur bakalım!”,” Zaten seni hak
etmiyordu ki, fazla geldin sen ona”,” ee derdi neymiş yani” gibi gibi hiç de
derdimize şifa olmayan kelimeler topluluğu kaplar her yanımızı!
Böyle şeyleri sevdiklerimizle
paylaşma hususuna gelince… Ben dostlukların ilişkilerimiz devam ederken aynamız
olduğunu düşünenlerdenim. İlişkiler bittikten sonra herkesin yorum kapasitesini
sonuna kadar kullanması hadisesi insanı geriyor. Aşktan gözüm kör olmuşsa ve
sen bunu yer yer açmama yardım etmiyorsan seni neden hayatımın dostluk hanesine
yazayım ki? Beni ben olduğum için seviyorsan, koşulsuzca yargısızca yanımdaysan
gördüklerini sona saklamana ne gerek var? Hatta daha ütopik olayım. Kendimden
bile daha çok güvenmeliyim dostuma! Ben kendimden gittiğim zamanlarda beni tutup
kendime yeniden getirmeli icabında! Bu yüzdendir dostun tek tük oluşu,
arkadaşlarınınsa gırgırın şamatanın içinde bulunuşu!
Bir de sen de
hazır olacaksın tabii ki! Gerçekleri açıkça söyleme dostluğundaki kişiyle
paylaşıyorsan kendini, üzülüp alınmayacaksın, beni anlamıyor demeyeceksin,
içine kıskançlıkmış, yetememezlikmiş gibi “durduk yere haller” eklemeyeceksin. Dostun
koşulsuz sevmişse seni, sen de anlık kaprisli koşullarından sıyrılacaksın. Ya
da ne bileyim işte çok güzelse ilişkine dair yaşadıkların zaten sende kalacak,
paylaşmayacaksın. Nasıl gidiyor dediklerinde “iyi şükür” deyip geçeceksin. Ama zaten
ilişkisinde kendini içten içe yiyen bir kurdu varsa başkasından fikir
ister insan! Belli ki araya şüphe girmiş, soru işaretlerinin çengeline takılı
kalmış ki yüreğin “tut beni” diye bakıyorsun çaresizce dostunun gözlerine!
Sonuç mu? Genellikle hüsran. Zira araya olumsuz enerjiler katılmış bir ilişki, ne
yazık ki büyüsünü kaybetmiş oluyor ve ilişkide uzatmaları oynuyor insan! En güzel başlangıçları yapabilen o iki insan da bir süre sonra birlikteliğini çileye dönüştüren iki insan da aynı oysa ki! Sadece beklentiler yükleyerek, ezberelikler katarak, stratejiler kurarak, bütünüyle kabul etmek ve edilmekten uzak olarak zehirliyorlar ilişkilerini!
Bu hususta
nasıl güzel bir şarkıdır “Michelle Gurevich- First Six Months Of Love”..
“Bana aşkın
ilk altı ayını ver” diyor. Şarkının beni en çok etkileyen tınısı; başlangıçta kendiliğinden
mutluluk dansı yapan bir çiftin sonrasında dans kursuna gitmesi dörtlüğüdür ki
ilişkiyi gereksiz bir kalıba sıkıştırmayı ne kadar basit ve derinden anlatır. Çoğu ilişki altı ay bile sürmez aslında ama
biz uzmanların tavsiyesi uzun vadeli kararlarınıza altı aydan önce karar
vermemenizdir. Aşkın tılsımıyla başınız dönerken aldığınız kararlar kendi
açınızdan önemliyken uzmanlar açısından fazlasıyla dikkate değerdir.
Elbette kişinin sürmek istediği yaşam hikâyesi de bu konuda tercih sebebidir. Sıkı bir gönül bağı kurmaksa kişinin derdi, belki de resmi imzalara ihtiyaç duymaz, bilindik metotlarla yaşamak istemez birlikteliğini, belki de 50 ilk öpücük gibi ilişkisine her gün uyandığında yeniden başlamak ister. Onu ilk kez görmüş gibi, onunla ilgili her şeye yeniden başlamak gibi! Her gün sevdiğinin gözlerine, kendi yüreğinin başka bir rengini katmak gibi! Gecenin karanlığını siler ve de geçmişinin pasını, güneşe yeni bir anlam yükler, yıldızlara çıkıp dünyaya tepetaklak bakmayı başarır. Yaşanan sıkıntıları silip unutmaktan bahsetmiyorum. Güzel şeyleri de sıfırlar bazen insan...Unutmuş gibi yapıp, tekrar tekrar hatırlamak gibi şımarık ve samimi!
Aslında ilişki
kavramı bizim kendi yüreğimizle yeniden bağlantı kurmamızdır. Biz istediğimiz
sürece, başka dudaklardan çıkan kelimelere uzak, yüreğin ısısından ilham alarak
yaşadığımızdır. Aşka vesile olan kişi, bizi kendimize yakınlaştırıyorsa, taze çocukluk
duygularımızı harekete geçiriyorsa, kattığı heyecanla birçok kabiliyetimizi ya
da yapamam dediklerimizi yapabilecek ve ortaya çıkarabilecek ilhamı veriyorsa
ve bize gençlik aşısı gibi geliyorsa yaşamaya değerdir, zira hayatımıza ve
gözümüze yeni bir ışık gelmiştir. Çok didiklemeden, gizli kapaklı bir yürek sandığında, başka
gözlerin ve sözlerin değmesine müsaade etmeyerek yaşamasını da bilmek gerekir. Herkesin
mutlu edilmeye çalışıldığı düğünlere, "evinde olmayanı dövüyorlar" diye alınması zorunlu
mutfak tepsilerine, evde birkaç kez bile oturulmayan ama ödenen kiranın üçte
ikisini kaplayan salonlara, mutlaka bir çocuğum olmalı diye zoraki evliliklere inat!
Sevmeyi ve
sevilmeyi iliklerinize kadar hissederek, varlığınızı onurlandıran ve her
şeyinizle kabul görebildiğiniz huzur kokan ilişkilerin gönlünüzde yer
edebilmesi umuduyla! Sonunu bilmediğiniz mutlu süren ilişkilerin yoğun kıvamında !
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder