YARIMDAN BÜTÜNE DOĞRU
(Bir Bitirilmemiş İşler Meselesi)
Zihnimiz… Yaklaşık 3 yaşındayken, kaydediş sürecinin farkına başladığımız; ev içinde, okulda, bahçede, sinemada, piknikte kısacası her yerde karşılaştığımız her bir insan ve her bir olayın görüntülerini kaydederek depoladığımız zihnimiz… Ne kadar kendimiz ne kadar maskemiz olduğunu sadece bizim bildiğimiz ve maskeler düştükçe paniklediğimiz, yüzleşmekten korktuğumuz, sanki bir anda çıplakmışız gibi ortada kaldığımız yalnızlık yolculuğumuz…
En güzel ve özel zamanlar olduğunu düşündüğümüz çocukluğumuzun barındırdığı şemalar, görüntüler, kayıtlar… Daha sonra ilk heyecanlarımız, ilk korkularımız, ilk mutluluklarımız ve ilk kırgınlıklarımız… Halen hayatımızın içinde olanlar, dışında kalanlar, tahammül edilmesi gerekenler sınıflamalarımız… Kabullenişlerimiz, reddedişlerimiz, vazgeçişlerimize karar verdiklerimiz… Ve en önemlisiyse bekleyen, zamana bırakılan, görmezden gelinen ve bitirilmemiş işlerimiz…
Bitirilmemiş işleri Gestalt kuramı “kişinin geçmişinde dağınık ve eksik kalan parçalar” olarak tanımlar. Bu parçaları, anlamlı bütünler haline getirme işlemine de kişinin iyileşme hali diyebiliriz. Kısacası, dağıttığımız odayı geri dönüp toplamak, temizlemek eylemidir.
Çoğumuzun anne-babasıyla yarım bıraktığı ilişkiler, eski arkadaşlıklarımız, yarım bırakılan okullar veya kurslar, sevgimizi, öfkemizi yüzüne söyleyemediklerimiz, arkasından laf ettiklerimiz gün geliyor, öyle olaylarla karşımıza çıkıyor ki bu yüzleşmeyi yapmadan ve bu eksikleri tamamlamadan hayatımızı devam ettirebilmemiz mümkün görünmüyor. İlle de o kişilerin karşımıza çıkması olayı değil bu, yaşadığımız olumsuzlukların alt zemininde kalan, iz bırakan duygular ve düşünceler enerjimizi yiyip bitiriyor. Sanki çamur dibe çökmüş, suyla her çalkalandığında bulanıklaşan bir hayat gibi… Fark etmek ve harekete geçmek, yaşantılarımızın dibini çalkalamakla başlıyor.
Gestalt psikoterapisinde; bir olgu ya da nesne önce iyiceçiğnenmeli, parçalarına ayrılmalı, en son kişinin kendi özüne katılmalıdır. Çiğnenmeden yutulan bilgi ve deneyimler, kişiye ait olamayacak ve kişinin içinde yabancı ve sindirilemeyen madde gibi kalacaktır.
Demek ki yaşadıklarımızı sindirebilmemiz için;
- Sorunlarımızı iyi irdelemek,
- Alternatifleri kullanmak,
- Yarım bırakılan duyguları tamamlayabilmek,
- Gerekiyorsa af mekanizmasını çalıştırmak ve arkada bıraktığımız konuları ve kişileri af etmek,
- Öfkeyi tam ve kontrollü bir şekilde boşaltabilmek,
- Sevgi ifadeleriyse yarım bıraktığımız,sevgimizi içtenlikle söyleyebilmek kısacası aklımızda ve duygularımızda boşluk bırakmamak gerekiyor.
Peki bunu nasıl yapabiliriz? Tabii ki bu bir terapi meselesi, profesyonel yönlendirmeleri gerektiriyor. Ama kendimizle yüzleşmek, bizim cesaretimizle de ilgili bir durum. Değişime ve gelişime ne kadar hazırız? Aynada kendimize bakmak, yalnızlığımızı bir iç yolculuk olarak değerlendirmek ve bu süreçte aşağıdaki egzersizleri kendi üstümüzde denemek ve bir şeyleri fark etmeye çalışmak da elimizde.
Şimdi kendimize soralım:
Durumu tekrar yaşayın. Konunun yaşanmışlığına göre gerekirse af edin. Af etmek dediğimizde, üstünde durulması gereken bir konu da, affettiğimiz insana gerçekte bu affı söylememize gerek olmadığı... İsteyen ve dileyen elbette bunu yapabilir. Ama iyileşme sürecinde gerekli değildir. Affetmek, kişinin kendi yüklerini hafifletir, kendi ağrılarını keser, kendini ve duygularını anlayıp fark etmesini sağlar. Süreç içindeki kilitlenmiş noktaları temizler. Böylece kişi, yeniliklere, değişimlere, gelişimlere açık hale gelmiş, duyarlılığını yeniden kazanmış ve özüne dönmeye başlamış olur. Affettiği kişiyle, yeniden bir ilişki kurması gerekmez. Yani burada anlatılan değişim, kişinin kendi içindeki gelişimdir.
- Şu an yaşadığımız ve şimdi bizi en çok zorlayan sorun nedir?
- Bu sorunun bizde oluşturduğu duygu nedir?
- Bu duyguyu bize anımsatan, benzer bir olay var mı?
- O olayı hayal ederek tekrar yaşayın. Neler olmuştu? Siz kendinizi nasıl hissetmiştiniz? İçinizde beliren ilk duygu neydi? Söyleyemedikleriniz ve o an yapamadıklarınız nelerdi?
- Şimdi yaşadığınız bu durumu düşünerek, karşınızdaki kişiye söylemek istediklerinizi iletin. Açıkça sizi kıran, inciten ya da mutlu eden ne varsa konuşun. Sanki o karşınızdaymış gibi..
- Peki, o size neler söylüyor? Hayal edin. Size söylemesini beklediklerinizi hayal etmek değil. Onun yerine kendinizi koyarak, onun gibi düşünüp, onun gibi yaparak hayal edin.
- Neler oldu? Ne hissettiniz? Bu durum size ve bu duruma bir nokta koymanızı sağladı mı? Bir süre bekleyin. Aklınıza gelenleri not edin.
Durumu tekrar yaşayın. Konunun yaşanmışlığına göre gerekirse af edin. Af etmek dediğimizde, üstünde durulması gereken bir konu da, affettiğimiz insana gerçekte bu affı söylememize gerek olmadığı... İsteyen ve dileyen elbette bunu yapabilir. Ama iyileşme sürecinde gerekli değildir. Affetmek, kişinin kendi yüklerini hafifletir, kendi ağrılarını keser, kendini ve duygularını anlayıp fark etmesini sağlar. Süreç içindeki kilitlenmiş noktaları temizler. Böylece kişi, yeniliklere, değişimlere, gelişimlere açık hale gelmiş, duyarlılığını yeniden kazanmış ve özüne dönmeye başlamış olur. Affettiği kişiyle, yeniden bir ilişki kurması gerekmez. Yani burada anlatılan değişim, kişinin kendi içindeki gelişimdir.
Bitirilmemiş işlerimizin tamamlanması demek, arkası dağınık olan insanoğlunun temizlik sürecine girmesi demektir. Bahar geliyor artık!! Bahar temizlikleri sadece evimiz için değil, ruhumuz için de gereklidir. Kirlenmek güzeldir, bize yaşadığımızı gösterir ama kirli kalmak enerjimizi tüketir, çevremizi de kirletir. Her kiri çıkaran bir temizleyici mutlaka vardır. Önce Allah’ın nurunu temizliğimiz için talep etmek, sonra da ufak tefek yöntemlerle ruhumuzu, kalbimizi arındırmak kesinlikle işe yarayacaktır.