Aristokrat kadındı benim babannem... Uyumsuz bir kıyafetini hatta renkleri birbirini tamamlamayan yemenilerini bile bir kez üstünde başında görmedim.hep aynı da olsa mutlaka parmağında bir gümüş yüzüğü veya kolunda bileziği olurdu. Ev gezmelerine giderken bastonuna rağmen taşıdığı ev ayakkabısı çantası bir elini herzaman doldururdu.
Odalar dolusu öksürük sesi vardı o evde hep...Onu bildim bileli geçmeyen öksürüğü yıllarca arttı ve sonunda yine öksürükten dolayı tıkandı.hayatı boyunca sigarayı ağzına sürmeyen hatta kokusuna bile tahammül edemeyen bu büyük kadının ciğerlerini söken öksürük neyin nesiydi halen anlayabilmiş değilim.
Entellektüel hatundu sonra... Okurdu önündeki herşeyi...Bu bazen fasulye kırarken önüne serdiği bir gazete sayfası da olabilirdi her gün namaz vaktini ısrarla takip ettiği bir takvim kağıdı da... En çok denizci takvimini severdi. Dedem öldükten sonra bu konuyu kendi vazifesi bilip, üstünde tırnak makasının zincirle asılı olduğu o takvimin kırmızı çerçevesini yeni doğan günün sayısına itinayla getirmeyi severdi. Sorduğun her an hangi günde olduğunu hemen bilir,namaz saatlerini hemen söylerdi."Üstündeki şal ipekevi mi" diye sorduğunda nutkun dururdu."sen nerden biliyosun markasını Hayat sultan"dediğimizde "İkbal'in programında görüyorum" diyerek sabah kuşağı programlarındaki seçiciliğini de anlardın...Bugün ne giysem izlemezdi mesela...Doktorların,diyanet hocalarının,avukatların görüşlerini dinlemeyi severdi televizyon izlerken... Gündemi takip eder,siyaset hakkında hep sıradışı yorumlar yapardı.Vizyonunun geniş olduğunu,birçoğumuzdan başka düşünebildiğine tanıklık ettiğim çok olay yaşadım.İşte bence en güzel yanı da buydu.düşünürdü,öğrenirdi ve ne izliyorsun diye sorduğunda hemen öğrendiklerini paylaşır, anlatırdı.Bu hususta babannemden geçen öğrenme arzulu genlerim olduğu için sanırım çok şanslıyım.
Her daim büyük Kuran-ı Kerim'i yanı başında dururdu. Okurdu,dua ederdi.onu her zaman çocukluğunda da çok etkilediğini düşündüğüm bir Fadime Halası vardı. Özellikle dini menkıbeleri özenle seçip ondan öğrendiği haliyle bize anlatırdı. Kabirde gelecek sorgu meleklerinin soracağı sorulara verilecek cevapları bu şekilde tekrarlar ve bize de tekrarlatırdı.Defnedilirken aklımda olan tek şey buydu."zaten o cevapların hepsini biliyor ki";)))!!! Bazı korkunç cehennem hikayelerini bile dinlediğim zamanlar olmuştur kendisinden ama yine de çok korkutmaz,sonunu "iyi insan olursan, cennet daha güzel tabiki" diyerek tamamlayıverirdi.
Çocukları agucuk bugucuk diye yapmacık bir şekilde sevmezdi ama "yavrummmmm" dediği her an sevgisini ben içimde derinden hissederdim!! Severken "Niyle bakıyo bu,anası gibi maşallah" der hem çocuğu hem annesini bir anda mutlu ederdi. Evde ne kadar yemek,kek,gözleme vs varsa önlerine koydurur,hatırlamak için tüm çocuklarının ve torunlarının adını sırasıyla sayar,adın neydi senin diye gülerek sonunda ismine isabet eden hitabı kullanır,"yiyin hadi yavrum" diye tembihlerdi ve yemelerini de takip ederdi.Analığın;çocukların karnını doyurmakla eşdeğer olduğunu düşünen bir nesile ait olmanın en önemli hususu bu olsa gerek..."Karnı doyuyor mu tamam,üstü ıccak mı( çankırı şivesiyle sıcak demektir) tamam, eccük şeker ver sussun( çankırı şivesinde azıcık demektir),ağlayacak birşeyi yoktur artık":))) Böylece anneliğin adeta kutsanmış olurdu.
Yaz kış fark etmez balkonda da olsa perdelerin arkasında da olsa hep gözü dışarıda evlatlarını beklerdi. Aslında ona göre hepsinin geleceği bir günü vardı ama çocukları da ona sürpriz ziyaretler yapmayı severdi. Belki de onun statik hayatının en atraksiyonlu hali,haber vermeden gelen torunlarının ziyaretiydi. Ya da "hadi anacım bu akşam seni bize götürelim" teklifleri... Musmutlu olurdu o an...belki de aşırı mutluluk halinden diğerleri şımarmasın diye öyle ağız dolusu gülmezdi ama mutlu olduğunu bilirdim ben işte...Yemekte birşeyi yememeyi kafasına koyduysa ısrarlara karşı bir anda kraliçe olduğunu hatırlar,tam da bu edayla "yimeeeem"diye bağırır,istediği yiyecek olursa şekerin tansiyonun var dikkatli ol uyarısını ise asla dinlemeyen yaramaz bir çocuk gibi olurdu bir anda...Kararlı ve tatlı inatçı hallerini bile özlüyorum şimdiden...
Aslında ben çok daha küçükken onunla olan hatıralarım bambaşkaydı. Beni onun sevgisinde sabit kılan en önemli şeylerden biri;belirgin düzenli ve net bir insan olmasıydı.Belki de Osman dedemin fazla mükemmeliyetçi yapısı sayesinde kazandığı bir karakter de olabilirdi bu...Ne zaman kapıyı açıp içeri girersen gir;uyuyacak bir döşek,okuyacak bir kitap,dinleyecek bir radyo,ısınacak bir soba,yiyeceğin taze bir yemek bulunurdu sofrasında...Yemek yaparken düdüklü tencereyi, ondan öğrendiğim için olsa gerek, onun kadar herhalde en çok ben kullanıyorumdur. Eh tabi şimdikiler gibi sosyetik değildi o zamanın düdüklüsü... Eline aldığında ağır olan tencere düdüğü ayrıca bir köşede hep dururdu. Bu yüzden mutfaktan sürekli bir tıssss sesi gelir, en bi sevdiğim etli taze fasulyenin kokusu tüm ihtişamıyla odalara yayılırdı. Buzdolabının ilk sırasında tarçını dökülmüş taze taze yapılmış muhallebiler her daim dururdu. Tavuk, balık ve et yemeklerinin kemiklerini ayıklayarak itinayla temizler;evin kedisine mutlaka güzel bir yiyecek paketini de ayrıca hazırlamış olurdu. Çizdiği kestaneleri ve hazırladığı çekirdekleri kavuracağı tavasını,su dolu güğümü hafifçe iteleyerek yer açtığı sobanın üstünde görmek, yeni demlenmiş çayın yanında keyif sürüleceğinin sinyallerini verirdi.
Kuzineli oda mı? İşte o oda benim ve kuzenlerimin çocukluğu,hatırası,eğlencesi kısacası herşeyiydi. Babannemin hazırladığı çörekler kuzinenin fırın gözünde pişer;her Pazartesi hepimizin okuldaki beslenme listesinin hamurişi yazan kısmının ihtiyacını karşılardı. Herşeyin bereketli olduğu evlerde büyüdük biz... Mutlu,sevgi dolu ve bereketli...Bu yüzden atalarımla ve köklerimle her daim gurur duymuş,onların izlerini evimde de yaşamaya ve yaşatmaya çalışmışımdır.
Müstakil ev zamanlarında babannemin sobanın yanındaki kanepede oturup bahçenin giriş kısmını izlediği büyükçe bir pencere vardı. Aslında o pencere, evin en güzel ekranıydı.gelip geçeni, sana doğru geleni,oynayan çocukları, bayramda keseceğin danayı bile otlarken görebildiğin tek yerdi. Yeşil kesede ve pencerenin sağ köşesinde duran 5000lik pembe tesbihi çeker dururdu babannem...Bizim evcilik oyunlarımızın en değerli ve parlak kolyesi olurdu o tesbih... Tesbih çekeceği zaman uzun beyaz şalını ayrıca örter,pembe namaz eteğini de giyerdi.Dedim ya herhangi bir renk değil pembeydi.O ağır abla görüntüsünün yanında pembe renk giyecek kadar yaşıtlarına göre içi heyecan ve çılgınlıkla dolu bir hatundu bence...Başkaları tarafından ailemizin tüm üyeleri için hazırlanmış düğün davetiyeleri babannemlere gelir,telefonun yanında hazır edilmiş olur,uğrayan herkesin eline tutuşturulurdu.Bayramlarda kına yakmayı,kına gecelerinde yöresel maniler kullanmayı,keyfi yerindeyse def veya tepsi çalarak türkü söylemeyi bile severdi babannem..Oturduğu yerden de olsa eğlenceli, renkli kadındı.
Çocukken babannemin yatak odasında oynamayı severdik kuzenimle... İlk çekmeceyi açtığını herkes bilirdi, dolabın gıcırdayan sesinden dolayı... O zamanlar Türkiye'de pek olmayan ama ümre ziyareti sonrası evde yerini alan nivea kremden temizlenmiş büyük ve derin metal kutusu en büyük hazineydi bizim için... İçindeki hacı yüzükleri bir kaç tane üstüste takınca şıngırdar,kendimizi evcilik oyunlarının en asil kadını gibi hissederdik. İncik boncuk ufak tefek ne varsa üstünde cream 21 yazan belli ki yine yurtdışından gelmiş turuncu bir krem kutusunda biriktirirdi.perde düğmesinden saten kurdaleye çatal iğne ve dantel motifinden rozete kadar herşey o kutunun içindeydi.Bir önceki hafta ziyaretinde düşürdüğün düğme,iğne veya küpe varsa onu da orada bulmak mümkündü. Şimdilerde moda olan geri dönüşüm malzemelerinin piriydi o kutunun içindekiler...
Arefe günlerinde bayramı karşılamak için kına yakmayı severdi. Biz de sıraya girer,ellerimizi kınalayacağı zamanı sevinçle beklerdik.O ellerimiz sabaha kadar gazete kağıdı ve tülbentle sarılı kalır,öyle tatlı kaşınırdı ki...Bayram kahvaltısı her daim börekli ve dolmalıydı. Bir de hepimiz içmesek de varlığından huzur duyduğumuz sütlü çorbalı...Kahvaltıya gelemeyen varsa adını söyler,iç çeker,gözleri dolardı.artı şeklindeki küçük çıtalara, çul çaput bağlar bize bebek yapardı.şimdiki gibi agulayan oyuncak bebeklerimiz yoktu bizim ama el emeği göz nuru hatta yüreğinin attığına inandığımız bebeklerimizdi onlar...Örgü öreceği vakit beş şişiyle çorap örerdi.ona eşlik edelim diye elimize verdiği örgü şişlerinin tepesinin ucu bile renkli boncuklardan oluşurdu,dedim ya süslü kadındı vesselam...
Kibardı sonra... Gelininin torunun yüzüne güler hiç küstürmez ama işine gelmediği zamanlarda ufak tefek laf sokmayı da çok severdi. Aslında bu onun gönülden sitem etmesi, bizleri çok sevdiğini ve bizden beklediklerini gösterirdi lakin anlaşılmadığını hissettiğim zamanlara da tanıklığım çoktur. Bunları konuşurken de "acaba şunu mu demek istedin babannem"diye açıklayarak sorduğumda "ben datlu değülündür,bilmem öyle konuşmaları"der,kendince üzgün olduğunu hissettiriverirdi. Birlikteyken dertleşmeyi sever,"gitme daha oturuyoruz" diyerek gözlerime bakardı.
Özellikle son birkaç yıldır başıma gelenlerden sonra ben de onunla dertleşmeye,bir çınar ağacı muamelesi yapıp tecrübelerini öğrenmek için elimden geleni yapmaya çalıştım. "Babannem 36 yaşındayım.sen ozamanlar ne yapıyordun ?bana söylemek istediğin şunu da yap dediğin birşey var mı?"diye sorduğumda gülümsemiş,eskileri hatırlamıştı birden...
"Bak kızım ben çok yokluk gördüm herşeyin sayılı kısıtlı olduğu zamanlardı. Baba evinde her istediğim olurdu,yerdim içerdim.benim babam beni dedene abdestli namazlı tertemiz çocuk diye verdi,onu çok severdi.maddi zorluk çektiğimizi de bilirdi. Arasıra evde pişirilen ekmekten,dolaptaki etten paket yapar elime verirdi.babam"annene sıkıntını çektiğini sakın söyleme benden iste"diye de sıkıca tembihlerdi."deden herşeyi önüme getirir, ihtiyaçlarımızı karşılardı.Çok da iyi bir insandı.ben kocamdan hiç çekmedim. Anama babama çok hürmet ederdi.annem bu oğlan ben gelince hizmet edecem diye dönüp duruyor,kıyamıyorum, çekiniyorum derdi. Ama istediğim gibi para harcayamadım,gittiğin yerden şu saattle gel derdi,saate bakmaktan huzurluca oturamazdım.sonra paramız oldu bu seferde harcamak isteyen gönlüm geçti. Kendin kazanıyorsun.Helalinden ye iç yaşa keyfini çıkar kızım. Sen çok iyi bir kızdın kocana fazla geldin.Olsun kuzum mutsuz olma.çocuklarını büyüt,haramı helali bilen insansın çok şükür.her zaman dua ediyorum hep mutlu ol" diye cevap vermişti.
Sofranın hemen kurulmasından,çayın hemen tazalenmesinden,yiyeceklerin hemen yemek bitince toplanmasından çok hoşlanırdı. Sofrada oyalanıp konuşulmasından pek haz etmez,gözümüzün içine bakardı.Kızlar ve torunlar varsa etrafta hiç oturmamalı,her daim hareket halinde olmalıydı.markete giden hemen geri dönmeliydi.Gözüyle parmağıyla sesiyle her an bizleri yönlendirirdi. Birileri bir yerde toplaşsa, yürüyemediği ayaklarıyla oraya gidemez,gönlü hep onlarla kalırdı. Böyle zamanlarda büyük halacığıma tembih eder,hemen gel diye uyarırdı. Hep birden gülüşür,içi gitti içi diye kıkırdardık. Ne biz o muhabbetli toplaşmadan vazgeçerdik ne de O bize gönül koymaktan vazgeçerdi. Bu bahar için belki de tek isteği;yürüyerek bahçedeki çardak muhabbetine katılmaktı komşularıyla ama baharı göremeden göçtü gitti dünyamızdan...Ve sanırım artık veda edeceğini de bildiğinden hastaneye giderken küçük halamdan kefeni ve havlusunu hazırladığı poşeti yanına almasını istemişti. Ne ilginçtir ki ona her daim ezan okuyan, sabah akşam aksamadan çalışan vefalı saati öldüğü gün durdu ve bir daha çalışmadı.
Son dönemde okuduğum en güzel yazılardan biridir Hande Özdinler'in yazısı.."Mitokondri, hücreye enerji veren, canlı olmasının temelini sağlayan organeldir ve babadan değil, anneden gelir. Anne her çocuğuna enerjisini verir, enerji üretme mekanizmasını verir. Harcanan her enerji annenin çocuğuna verdiği mitokondriden gelir. Dolayısıyla anneler vefat edebilir ama anneler ölmez!!! Biz farkında olmadan annelerimizi gizli bir şifre gibi her hücremizin içinde taşırız. Annemiz vefat etse de bize enerji vermeye devam eder. Hücre içinde sanki annemizmiş gibi çalışmaya biz ölünceye kadar devam eder. Ve her kadın mitokondrisini çocuğuna armağan eder, dolayısıyla hayat enerjisi anneden anneye geçer."
Ben şu an ölümün soğukluğunda ama aynı zamanda babannesini doya doya yaşayanlardan olmanın huzurundayım. Her insan ölür ama onları yaşatan bizlerin gönülleridir. Kısacası bilimsel açıdan da bakarsak,babannemin mitokondrisi bende kalmış olabilir. Babannemi yazdım; ben,çocuklarım ve ailem için ölümsüz olmasını istedim. NURHAYAT,"NUR"lar içinde yatsın,"HAYAT" vermeye gönüllerimizde devam etsin diye...