09 Şubat 2016

EYYY ERTELENEN HAYATLAR !!! ÖLÜM DE VAR

Son akşamdı dost meclisinde...Ölüm de var denildi...Yazmak istedim.

Kaybolup giden bir hayat,anılar,yaşanmışlıklar ve acı...Ölüm bu  demek... Nefessiz kalmak, soluğunu duyamamak,bedenin yere serilmesi,ruhun bu yükten kurtulup,şahlanıp ayağa kalkması demek...

Ölümü anlatmak istedim... Belki çok anlamsız gelebilir ama “ölmeden önce ölmek” ile ilgili yaşanmışlıkların olunca bir yazma cesareti geliveriyor insana işte hadsizce…

Bence ölen zaten kendi derdinde... Azaplar, melekler,sorgular,sualler... Nasıl yaşadıysan öyle ölmek ve dirilmek halleri iste...

Gerçekten tam yaşamalı insan, hakkıyla ölebilmek için...
Hayatın akışını damarlarında hissetmeli...
Kanın akışının uğultusunu duymalı mesela...
Kolunu hareket ettirirken, beyninin sinyallerini, bedeninin kas titreşimlerini fark etmeli...
Bir denizin kenarında gözleriyle odaklanırken manzaraya, resimlerin üç boyutlu hallerinde gizlenen yunus balığını görmeli bence... Sonra yunusun midesinde olduğunu hayal etmeli... Oradaysa o an fark edip onun da hakkini vermeli, hemen Yunus Peygamberin duası aklına gelmeli... Çıkıp deniz manzarasının içinden,toprağa ayak basmalı…Ayak tabanındaki çamurların ıslaklığını duymalı,mis kokan toprak kokusunu içine çekmeli,her basışında köklerini,onu var eden ata enerjilerini,memleketini,anasını babasını, gardaşlarını  hatırlamalı gözlerini kapatıp...Şükretmeli varlıklarına hayattalarsa, dua etmeli sağlıkları ve huzurları için...Yoklarsa da tüm Yasin’lerini gönderivermeli avuçlarının arasında...

Gerçekten yaşamak gerek, hakkını vererek ölmek için... Ne bileyim işte aklında bir şey kalmamalı insanın... Varsa fırsatı sevdiğini canına sokmalı, söylemediği sözleri varsa sıraya koymalı,en ufak şansı yakaladığında yanına ilişmeli usulca... 

Aynı kitabi okumalı mesela,aynı yemekten tadabilmeli,su içtiği bardakta dudağının izini gözünü kapatıp hissederek yudumlamalı; onun yerinde olmalı,o olmalı,onu yaşamalı....Kokusunu çekmeli içine,daha çok hatırlamalı... Gönül çuvalına mutlu anları tepiştirivermeli...Öyle ki artsın,çoğalsın,taşıversin birden ortalık yerde...

Hayat geçip gidiyor bir şekilde ama nasıl yaşandığı öyle önemli ki...Olması gerekenler ummadığımız an giriveriyor hayatımıza ve çıkması gerekenler gidiveriyor usulca... Üzüldüklerimize gülüveriyoruz yıllar sonra ya da gülüp geçtiklerimizin ne kadar önemli olduğunu anlayıveriyoruz aslında...Oysa her şeyi o an bize biçilen rolde oynamak gerekiyor hayat sahnesinde...Dönüp bakınca hataydı dememek bile yaşamanın ta kendisi...Yaşamam gerekiyordu öylesini uygun görmüştü Yaradan demek gerekiyor  belki de...Çocuklarımın arkalarını toplarken salonun ortasında bıraktığım bir kaç parça oyuncak gibi..."Onlar orada kalsın, nefes alsın, evde yaşam belirtisi olsun,yaşadığımı anlayım" der gibi...Yaşa,hisset,sonra toparlan ama parçaları yani anıları ortalıkta da kalsın ki yaşadığını hisset her zaman...Bak şöyle uzaktan ve çayını yudumla...Gülmek için ağlamak,rahat olmak için önce çile yolunu tamamlamak gerek zevk alabilmek için hayattan... Ne diyor Can Yücel: “Üzülme! Bil ki ağladığın kadar güleceksin”…Belki de arızaları gidermeye çalışmaktan vazgeçmeli, oluruna ve akışına bırakmalı insan… Hep bir şeyi bekleyip de işte şimdi bunun sırası geldi demek, hayatı ertelemenin ta kendisi olsa gerek…

Kısacık bir an bulduğunda, mesela yoldaki kırmızı duruşlarda, bir iki satir kitap okumak heyecanı olmalı arabada... Eee arabanın da hakkını vermek gerek... Binerken selam vermek,ne çok kahrımı çektin deyip gaza getirmek gerek...

En kalabalık mekânların ortasında kimse yokmuş gibi gözlerini kapatıp içinden dans et kulaklıklarındaki şarkıyla… Sinemaya git sevdiklerinle; karanlıkta da muhabbet edebileceğini keşfet aynı filmin ortak zevki karşısında… Konserlerde içten şarkılar söyle, hayata dair, sana dair, geçmişe dair… Anlarını hatırla, gülümse onlara…Her bir dostunun kokusunu içine çek, sana kattığı değerleri düşün.Ne öğreniyorum onunla olan birlikteliğimden diye sor kendine… İyi ki hayatımda var dediğin yönlerinin güzelliğiyle dans et semalarda…

Hakkıyla yaşamalı insan... Belirsizlikleri,şüpheleri, güvensizlikleri olmadan... Her yaptığın  iş,aşk dolu olmalı,sevgi kokmalı, senin rengini taşımalı... Yemek yaparken mutfakta, tencereye  tahiyyat okuyup bereketlenmesine niyet etmeli ya da bulamayanı düşünüp, şükür secdesine yönelmeli... 

Tarihi camilere girdiğinde Sultan Süleyman olmalı şöyle en esaslısından... Mimar Sinan’ın ruhuna dokunmalı... Hayal etmeli o günlerde yaşamayı… İki rekat şükür namazı kılıp,mescit hediyesi deyip kalkmalı huzurdan...Yeni gittiğin merdiveni bol mekanlardan inerken, kabarık bir prenses elbisesinin eteklerini tutarak inmeli insan, bir masala davet edilmiş gibi…

Duşa girmeli sabahları... Sabunun eşsiz kokusunu içine çekmeli... Saç telleri ıslandığında tüm vücuduna dinlenmenin keyif sinyallerini göndermeli...Her pisliğinden, kötü düşüncelerinden, günahlarından arındığını düşünerek yıkamalı bedenini,aldığı abdestle nurlanmalı...Ardından en bi lezzetli kahvesini keyifle yudumlamalı...
Dolabını açıp baktığında, hayatın renklerini üzerinde taşımaya karar vermiş olmalı...O gün pamuk şeker olmalı ya da karamel soslu bir kek...Giydiklerini de kişiliğine yedirmeli insan...

Kısacası  bana ölüm de var dediler ya... Ben onu hakkıyla yaşamak gerek diye anladım sanırım... Bana bunu mu demek istediler acaba? Peki, bizler nasıl yaşıyoruz?


"BAZI KALPLERİN KADERİDİR AŞK"

  “Şiir yazdırmıyor aşk,yaşanırken” diyordu okuduğum satır.   Katılmadığımı belirtmek isterim. Şiir gibi roman gibi sevebilmek hissinden ...