Son akşamdı
dost meclisinde...Ölüm de var denildi...Yazmak istedim.
Kaybolup giden bir hayat,anılar,yaşanmışlıklar ve acı...Ölüm
bu demek... Nefessiz
kalmak, soluğunu duyamamak,bedenin yere serilmesi,ruhun bu yükten kurtulup,şahlanıp
ayağa kalkması demek...
Ölümü anlatmak istedim... Belki çok anlamsız gelebilir ama “ölmeden
önce ölmek” ile ilgili yaşanmışlıkların olunca bir yazma cesareti geliveriyor
insana işte hadsizce…
Bence ölen zaten kendi derdinde... Azaplar, melekler,sorgular, sualler...
Nasıl yaşadıysan öyle ölmek ve dirilmek halleri iste...
Gerçekten tam yaşamalı insan, hakkıyla ölebilmek için...
Hayatın akışını damarlarında hissetmeli...
Kanın akışının uğultusunu duymalı mesela...
Kolunu hareket ettirirken, beyninin sinyallerini, bedeninin kas
titreşimlerini fark etmeli...
Bir denizin kenarında gözleriyle odaklanırken manzaraya,
resimlerin üç boyutlu hallerinde gizlenen yunus balığını görmeli bence... Sonra
yunusun midesinde olduğunu hayal etmeli... Oradaysa o an fark edip onun da
hakkini vermeli, hemen Yunus Peygamberin duası aklına gelmeli... Çıkıp deniz
manzarasının içinden,toprağa ayak basmalı…Ayak tabanındaki çamurların ıslaklığını
duymalı,mis kokan toprak kokusunu içine çekmeli,her basışında köklerini,onu var
eden ata enerjilerini,memleketini, anasını babasını, gardaşlarını hatırlamalı gözlerini kapatıp...Şükretmeli
varlıklarına hayattalarsa, dua etmeli sağlıkları ve huzurları için...Yoklarsa
da tüm Yasin’lerini gönderivermeli avuçlarının arasında...
Gerçekten yaşamak gerek, hakkını vererek ölmek için... Ne bileyim
işte aklında bir şey kalmamalı insanın... Varsa fırsatı sevdiğini canına
sokmalı, söylemediği sözleri varsa sıraya koymalı,en ufak şansı yakaladığında
yanına ilişmeli usulca...
Aynı
kitabi okumalı mesela,aynı yemekten tadabilmeli,su içtiği bardakta dudağının
izini gözünü kapatıp hissederek yudumlamalı; onun yerinde olmalı,o olmalı,onu
yaşamalı....Kokusunu çekmeli içine,daha çok hatırlamalı... Gönül çuvalına mutlu
anları tepiştirivermeli...Öyle ki artsın,çoğalsın,taşıversin birden ortalık
yerde...
Hayat
geçip gidiyor bir şekilde ama nasıl yaşandığı öyle önemli ki...Olması gerekenler
ummadığımız an giriveriyor hayatımıza ve çıkması gerekenler gidiveriyor
usulca... Üzüldüklerimize gülüveriyoruz yıllar sonra ya da gülüp geçtiklerimizin
ne kadar önemli olduğunu anlayıveriyoruz aslında...Oysa her şeyi o an bize biçilen
rolde oynamak gerekiyor hayat sahnesinde...Dönüp bakınca hataydı dememek bile
yaşamanın ta kendisi...Yaşamam gerekiyordu öylesini uygun görmüştü Yaradan
demek gerekiyor belki de...Çocuklarımın
arkalarını toplarken salonun ortasında bıraktığım bir kaç parça oyuncak
gibi..."Onlar orada kalsın, nefes alsın, evde yaşam belirtisi
olsun,yaşadığımı anlayım" der gibi...Yaşa,hisset,sonra toparlan ama
parçaları yani anıları ortalıkta da kalsın ki yaşadığını hisset her zaman...Bak
şöyle uzaktan ve çayını yudumla...Gülmek için ağlamak,rahat olmak için önce çile
yolunu tamamlamak gerek zevk alabilmek için hayattan... Ne diyor Can Yücel: “Üzülme!
Bil ki ağladığın kadar güleceksin”…Belki de arızaları gidermeye çalışmaktan
vazgeçmeli, oluruna ve akışına bırakmalı insan… Hep bir şeyi bekleyip de işte
şimdi bunun sırası geldi demek, hayatı ertelemenin ta kendisi olsa gerek…
Kısacık bir an bulduğunda, mesela yoldaki kırmızı duruşlarda, bir
iki satir kitap okumak heyecanı olmalı arabada... Eee arabanın da hakkını vermek
gerek... Binerken selam vermek,ne çok kahrımı çektin deyip gaza getirmek
gerek...
En kalabalık mekânların ortasında kimse yokmuş gibi gözlerini
kapatıp içinden dans et kulaklıklarındaki şarkıyla… Sinemaya git sevdiklerinle;
karanlıkta da muhabbet edebileceğini keşfet aynı filmin ortak zevki karşısında…
Konserlerde içten şarkılar söyle, hayata dair, sana dair, geçmişe dair… Anlarını
hatırla, gülümse onlara…Her bir dostunun kokusunu içine çek, sana kattığı
değerleri düşün.Ne öğreniyorum onunla olan birlikteliğimden diye sor kendine… İyi
ki hayatımda var dediğin yönlerinin güzelliğiyle dans et semalarda…
Hakkıyla
yaşamalı insan... Belirsizlikleri, şüpheleri, güvensizlikleri olmadan... Her
yaptığın iş,aşk dolu olmalı,sevgi
kokmalı, senin rengini taşımalı... Yemek yaparken mutfakta, tencereye tahiyyat okuyup bereketlenmesine niyet etmeli
ya da bulamayanı düşünüp, şükür secdesine yönelmeli...
Tarihi camilere girdiğinde Sultan Süleyman olmalı şöyle en
esaslısından... Mimar Sinan’ın ruhuna dokunmalı... Hayal etmeli o günlerde
yaşamayı… İki rekat şükür namazı kılıp,mescit hediyesi deyip kalkmalı huzurdan...Yeni
gittiğin merdiveni bol mekanlardan inerken, kabarık bir prenses elbisesinin
eteklerini tutarak inmeli insan, bir masala davet edilmiş gibi…
Duşa girmeli
sabahları... Sabunun eşsiz kokusunu içine çekmeli... Saç telleri ıslandığında
tüm vücuduna dinlenmenin keyif sinyallerini göndermeli...Her pisliğinden, kötü
düşüncelerinden, günahlarından arındığını düşünerek yıkamalı bedenini,aldığı
abdestle nurlanmalı...Ardından en bi lezzetli kahvesini keyifle yudumlamalı...
Dolabını açıp baktığında, hayatın renklerini üzerinde taşımaya
karar vermiş olmalı...O gün pamuk şeker olmalı ya da karamel soslu bir
kek...Giydiklerini de kişiliğine yedirmeli insan...
Kısacası bana
ölüm de var dediler ya... Ben onu hakkıyla yaşamak gerek diye anladım sanırım...
Bana bunu mu demek istediler acaba? Peki, bizler nasıl yaşıyoruz?