“Aşk seni olmak
istediğin varlığa değil, orijinal varlığına dönüştürür.” satırlarını
okuduğumda özüme dokunmuştu sanki yazarın eli… Aşk, insanın var oluşundaydı,
kâinatın çekirdeğiydi, ruhun tılsımıydı biliyordum bunu… Hayata başlamak ve hayatı
sürdürmek denilen yıllarda, aslımızdan uzaklaşıyor, yoruluyor, hırpalanıyor, bitkin
düşüyor ve aldığımız yaralarla tekrar aslımıza dönmek için debeleniyorduk
travmalar dünyasında…
Aşk, herkese nasip olan bir şey değil. Günümüz ilişkilerinde gerçekten aşk yok ki!!! Fiziksel çekim, evlenme ihtiyacı, hatta çocuk yapayım da ayrılayım sanrıları yaşayanlar bile var. Oysaki aşk öyle mi? Yanmalı insan, benliğini yok etmeli. Lakin herkese nasip olmaması sırrı burada gizli işte... Bir arayış değil, bir adanış hikâyesi olmalı... Aşk o zaman aşk...
Âşık insan, önce kendini bilecek, sonra hayatı... Hayaller kurmuş olacak yıllarca sevgiliye dair, sonra hayali yıkılacak gerçekleşmeyince... Sonra düş kırıklarının yere savrulmuş parçalarını toplayacak. Alınca yerden parçaları, elleri kanayacak, acıları batacak, yaşanmışlıkları derisini çizecek usulca... Kırık parçalar arasındaki en büyük parçayı yerden alıp, kendi yüzüne bakmaya çalışacak. Yamuk yumuk görüntüler olacak cam parçasında, hatta buğulanmış olan parçayı eliyle silecek bir sağa bir sola doğru... Parmak izleri eşlik edecek o parçaya... Onun anısı, onun hikâyesi olacak, bir parmak izi lekesi kadar özel, kişiye özgü, eşsiz...
Hikâyen olacak kırık dökük... Yoksa yeni bir umudu sapasağlam kuramazsın, incinmiş olacaksın , yaraların acıyacak, iyileşmek için arınacaksın tüm negatif duygulardan...Egondan,gururundan,beklentilerinden, yargılamalarından...Susayacaksın aşkınla yanan gönle,öyle ki dudakların kurumuş çatlamış olacak. Karşılaştığın an, o su, kurak topraklarına hayat verecek birden, yeşilleneceksin ardından... Yeşil yaprakların güneşin sıcağını görünce nefes alıp verecek, buharlaşacak, göğe yükselip yeni bir yağmur başlatarak, bu kez kendi sevda okyanusunu oluşturacak, karışacak sular birbirine... Bu hangimizdi diye soramayacak kadar karışacak... Okyanusun adı biz olacak, bizim olacak.
Bu yüzden aşk bir adayış... Rengini, kokunu, kıvamını adayacaksın, bir ömrü bir çift göze harcayacaksın, benim seçimim deyip canını can, yolunu yol, yönünü yön bileceksin. Her şeyiyle teslim alacaksın, her şeyinle teslim olacaksın. Soru olmayacak kafanda, bırakacaksın kendini... Aşk, o zaman muhteşem, o zaman başka... “Aşka geldim, ben sana bir bAŞKa geldim, çöllerimden geçip okyanusuna geldim, ummanlarda kaybolmaya geldim” diyeceksin. Seni aramaya değil, sana adanmaya geldim. Hesapladığıma değil, nasibimdeki aşkı yaşamaya geldim diyeceksin…
Seveceksin iliklerine kadar... Onu düşlediğinde, kemiklerinin uçları sızlayacak, birden içine ığıl ığıl bir güç akacak. Tüm bedenin ayakta, ona olan aşkınla durabilecek. Adını andığında belinde bir çember varmış gibi hissedeceksin, seni kendi isminin dairesi içine almış olacak. Bacakların, onun aşkını düşlediğinde, kendini boşluğa bırakacak, dermanım kesildi diye... Karnından göğsüne uzanan tüm alanı kelebekler, çiçekler ve uçma fikrini zorlayıp sıkışan balonlar dolduracak... Omuzların, aşkının dokunuşuna kendini bırakmış, sevgilinin ellerini hayal ettiğinde kıpırdanmaya başlamış olacak. Sevgiyi iliklerine kadar bedeninde duyacaksın. Yüreğini hoplatacak aşk dediğin...
Çözecek aşk seni, sonra yeniden örecek ruhunun inancıyla sevgili… Aşığın en güzel eseri olacaksın, aşkının sanatıyla ortaya konulan... Yetiştirilen nesiller, aşkın uyum gücünü öğrenecek, bir erkeğin kadınına duyduğu sevginin, kadını yüzündeki gülüşün içinde gizlendiği gerçeğini öğrenecek. Başarılı, güçlü ve mutlu bir adamın kendine ait sırlarında, bir kadının aşka adanmış ruhunun varlığını hissedecek aşk okulunun öğrencileri…
Tazelenecek hücrelerin, hızlanacak adını söyleyince yüreğin... En güzel rüya, en gerçek parça olacak hayatında... Günün aydınlık olacak, akreple yelkovan hep buluşacak. Ruhu, ruhunun aynısı, gözleri sevdiğinin aynası olacak. Aşkla yaşanacak, onunla olunacak, soluklanacak ama ölünecekse de aşk dolu bir kalp ile ölünecek. “Aşk için ölmeli aşk, o zaman aşk!!!” şarkısının sözleri dinlerken anlam bulacak.
Aşk, ruhunu şifalandıracak, benliğini yok edecek, onun yanındayken her kimliğinden sıyrılacaksın. Gece, ayışığı gözlerine sığacak sanki gökyüzüne baktığında... Güneş onun bir sözüyle doğunca gönlüne, tüm insanlığın sabahlarını ellerinden alacaksın sanki bir tek senin sabahınmış gibi... Hem gecen hem sabahın, hem uyanışın hem uykuya dalışın olacak… Yediğin yemekte, kafanı çevirdiğin her yerde, yastığının yanında, odanın tavanında, yürüdüğün yolda sevdiğinin hayallerinden gitmeyen gözlerinin üstüne basmaktan korkacaksın. Gönül radyonun frekansı hep onu çekecek, aşk saatin bir tek onu gösterecek.
Düşünürken bile zamanın nasıl geçtiğini bilemediğin, birlikteyken mekanların belirsiz ve tanımsız kaldığı, huzuru gözlerinde, merhameti ve şefkati yüreğinde, asaleti yürüyüşünde, zarifliği seçtiği her kelimede, estetiği parmaklarında, zekasını yorumlarında, heyecanı belli belirsiz ellerinde hissettiğin en anlamlı varlığım,sevdiğim diyeceksin!
Âşıkla birlikteyken zamanı durduran bir buton olacak ve hemen basıvereceksin... Yürüdüğün yollar pamuk şekerden olacak mesela... Görülen dağlardan tepelerden çikolata şelaleleri akacak... Oturulan yerler, pufidik lokumdan yapılmış olacak... Yağmur yağacak üstüne damla çikolatalardan... Ve güneş her doğduğunda her şeyi sıcağıyla eritirken, âşıkların bakışmasından yürekleri eriyecek, birbirine akacak... Karışacak yüreklerinin kıvamları, sen ve ben diye bir şey kalmayacak... Bambaşka bir şeye dönüşecek, tatları karışacak, biz olacak... Sanırım ağız tadıyla bir gün geçirmek böyle bir şey olsa gerek.
Her rengi baktığın her şeyde gösterecek sana…Lokmalarının tadını damaklarında hissedeceksin… Rüzgâr estiğinde kokusunu alacaksın…Yağmuru ıslanarak ve aşkla izleyeceksin, yaş dolu gözlerine eşlik edercesine…Aynaya baktığında gülümsetecek seni… Hesap vermek ve sormak değil, gün içinde yüreğinle kendinden haberdar etmenin güzelliğini yaşayacaksın… Güvercini kafese koymayı değil, kanat çırpışlarını duyup heyecanlanmayı düşlemektir gerçek aşk...
Yanındayken özlemeye başladığın, hiç bitmesini istemediğin satırın, okunmayı bekleyen kütüphanen olacak sevgili dediğin… O kütüphanede okumaktan dağılacaksın. Varlığı, sesi, nefesi hayat olacak, su olacak, can olacak... Şarkılarının notası, gönül geminin rotası olacak sevdiğim dediğin… Gönlünün gökkuşağı, resimlerinin boyası, ruhunun cilası olacak… Öyle ki seven artık aşkın kendisi olacak, ayna tutacak herkesin boşluktaki kimliğine...
Bir kere ateşe düşme ! Cayır cayır yanar da bedenin, sen kıvılcım sanarsın,
Her gün sıcağından erir de yüreğin, sen nefes alıyorum sayarsın.
Gözlerin seni çoktan terk edip gitmiş, dünyaya sevdiğin gibi bakarsın.
Akordunu aşkının ayarına göre yap, onun yüreğinin sazı hep seni çalsın.
Aşk, ağzından çıkan her bir sözcüğün, gönül sözlüğüne destansı ifadelerle yazılması demek… Sevgiliye şöyle bir destan yazacaksın:
“ Ey benim Var'ım!
Varlık sahamın en büyüğü, en gösterişlisi, en yakını, en içteni, benden de içeri olanı...
Sen varsan huzur anlam kazanır, samimiyet can bulur, yüreğimdeki kan tazelenir, aşk ihtişam kazanır gönlümde... Masal ormanımda ağaçlarımın adı sevda olur, çınar olur, kökleri yerinden oynar heyecandan... Gördükçe gözümdeki yağmuru, gövdesi kalınlaşır, kökleri derinleşir, hayat suyunu içtikçe içer, yaprakları çoğalır, aşktan yemyeşil olur, seven yüreğimin acı sıcağında eriyen bedenimi gölgelemeye başlar.
Ey benim Yok'um!
Yanımda olmayanım, kokusunu rüzgârlardan almaya çalıştığım, gözleri avuçlarımda yaşadığım, damarlarımdaki kanın yavaşladığı, ciğerlerimin acıdan sızladığı, gözyaşlarımın yanağıma dökülen sıcağını hissettiğim, elimi uzattığımda bulamadığım, omzuna yaslanmak istediğimde boynumun çaresizce düştüğü… Yokluğun yangın, yokluğun boşluk, yokluğun azap...
İmkânsızın mümkün hale gelmesine inanarak yaşamanın adıymış her şeye rağmen aşk! Acıdan kavrulmak, ayrı kalmanın çilesiymiş rağmen aşk! Sevmenin eşsiz masalsı güzelliğinin, gerçekle yüzleşmesiyle bir anda hayatı durdurabilmesiymiş gerçek aşk! Gönlüne akan coşkun şelaleleri, bir anda durdurmaya kalkmakmış bu derin sevda...
Varlığın rast makamı, yokluğun hüzzam...
Sen hep aşkla bak bana, şarkılarım makam kazansın hayatım anlam...”
Aşk, tek kişinin yangınıysa bilmek gerek. O zaman uğraşmaya gerek kalmaz. Kişi zaten teklik kısmına istediği gibi şekil vermeye başlamıştır.Ne kimseye hesap verir ne de hesap sorar. Kendi güneşi, çiçekleri, balonları vardır aşığın... Yeri gelir güneşi doğmaz, çiçekleri solar, balonları patlar. Umrunda olmaz. Bekler, sabreder, dua eder, içlenir ama ağzını açıp kimseye bir şey demez. Kendi kendinedir aşkta kalma ısrarı...
Aşk, karşılıklıysa başka... Biri çiçeği koklarken öte yakada diğerinin burnuna kaçar çiçek tozları... Birinin gönlüne güneş yeni doğarken, diğerinin gönlü öte yakanın güneşinin sıcağıyla çoktan sabah çayını demlemiştir. Biri gönlünün uçan balonlarını şişirirken, diğeri o gün için kıyafetine en uygun uçan balonları çoktan seçmiş ve karar vermiştir.
Aşk, karşılıklı yaşanıyorsa biri adım attığında diğeri koşar. Sevgide ısrar vardır. İnsana yemediklerini yedirten, arkadaşlarını şaşırtan, ezberlerini bozduran, olmazları olduran... Kişi önceden kimse için yapmadıklarını yapabilir hale gelmişse, kalbi ve beyni yerinden oynamış demektir. Aşk budur.
Aşkın rengi pembedir, giydirirsin yüreğine aşk elbisesini bambaşka atmaya başlar. Aşk, kendi içinde mutlu olan insana Yaradan’ın lütfudur bence...Kendini tamamlayanı bulunca mutluluk anlayışları da birbirinin içine girer ve bütünleşir. Gülümsemeler karışır birbirine, olur olmadık zamanda sevdiğinin bir sözü gelir aklına, deli gibi ortalık yerde gülüverirsin. Bence aşk insanı, kilometrelerce uzaktan bile anlaşılır. Havası farklıdır, aldığı verdiği nefes derindir, yürüyüşü etrafındakileri duraklatır. Neşesi ise bulaşıcı... Sesini Mevlana’ya bırakır ; “ya al götür geri kalanımı ya da gel tamamla eksik yanımı"
Aşk, an işidir. Yüreğe sevginin akması için, akışına bırakma işidir. Hesaplayamadığındır ya da hesaplarının karışması ve zihninle yazdığın defteri o an birdenbire kapatışındır. Aşk, kopya çeken öğrenci gibi her an yakalanma adrenaliyle yaşamaktır. Aşk, hiç bir şey düşünmeden uçurumun kenarında arkandaki sevgiliye kendini bırakmaktır. Aşk, teslim olmak demek, teslim almak demek..."Aşk, birine seni yok etme kudretini verip, bunu kullanmaması hususunda ona itimat etmendir."
Bir insanın sadece güzelliğine değil, ruhuna âşık olunmalı... Kimin ne olacağı bilinmiyor, yaşlanıyor, hastalanıyor, bazen eskisinden eser kalmıyor. Lakin ruh öyle mi? Ruhun zarafeti, estetiği, duruluğu her daim maddenin ötesine geçiyor. “Seven kalp daima genç kalır” sırrı gereği, ruhun genç kalması için uğraş vermek gerekiyor.
Gönülden sevmeler lazım bizlere diyor ya şair... Evet sevmek gerek, ruhu beslemek gerek, kadere yazılana iman edip, yol ayrımlarının işaretlerini de fark etmek gerek...Allah,bazı olaylar sunuyor bizlere...Yönümüz değişiyor. Bir yol bazen ikiye üçe ayrılıyor. Seçim yapmak zorunda kalıyoruz. Aslında ne zarif bir teklif öyle değil mi? Yüce Yaradan sana seçim hakkı sunuyor, her şeyi yaratan, gücüyle dağları yerle bir eden o muhteşem güç, şah damarından sana daha yakın bir hale gelip, yutkunurken kendini sana hissettirip “seç” diyor, “yolunu yönünü çizsem de sen dua et” ve kaderini belirlerken senin de imzan olsun istiyor. Seç diyor... Seçtiklerin ve sürdürdüklerin, senin karakterinin göstergesi... “Çiz yolunu” diyor, bizi zora davet ediyor. Yaşamak keyifli ama kolay değil diyor.
“Yorulacaksan, zorlanacaksan, şikâyetçi olacaksan, keşkelere sığınacaksan, söze ama diye başlayacaksan, girme aşk yoluna! Aşk yolunda U dönüşü yoktur. Aşk der ki sana yolumdaysan başım feda yoluna ama bil ki senin de başını isterim yoluma! Kahır, kapris gelecekse senden amenna ama ayağına diken batarsa yolumda ah edip vahlanma! Aşk bilek gücü değil, yürektir. Yüreğin yetmiyorsa, düşme yollara…” diyor Mevlana ve ekliyor üstad Necip Fazıl usulca… “Sen çok sev de bırakıp giden yar utansın.”
Yüreğiniz aşk dolsun,
benliğiniz aşk olsun, okuduklarımız ruhumuza şifa olsun. Muhabbetle…