Taş duvarlardan,
betonlardan oluşur evlerimiz… Adeta çerçevelenmiş yaşantılarımızı sünger gibi
emerler her gün her dakika… Hüzünlerimiz, sevinçlerimiz belki de ilk
kutlamalarımızın coşkusu bazen de ölümün soğukluğuyla gözümüzü dikip
sabitlendiğimiz yer olur evimizin duvarları.
İnsan
kadar canlı, insan kadar nefes alan bir varlıktır içinde yaşadığımız evlerimiz…
Köşedeki koltuk babanındır mesela… Ya da televizyon karşısındaki uzun koltuk… Sehpanın
üstünde duran çay bardağı, dost muhabbetleri bitince rengini solmaya bırakır
sabaha kadar… Başlasa yeniden muhabbet, sanki sıcağıyla dolar insanın içine, rengi
yeniden eski haline geliverir usulca.
Evdeki
her bir eşya, orada yaşayanların hayata bakışıdır. İç dünyasının yansımaları
vardır her bir desende… Ya da kişinin kendi geçmişinden getirdiği hazinelerle
doludur. Çocukken, büyükannesini hasta yatağında gördüğü zaman ki oda takımı
gibi bir takım almaz evine, sanki hastalanmak istemezcesine insan... Annesiyle
babasının tartıştığı zaman, gözyaşını tutmak için tavana bakarkenki avizeden
süzülen ışık, asla onun kendi evindeki ışık seçimi olmayacaktır artık…
İlk
aşkının fotoğrafını saklayan genç kızın, gizli saklı çekmecesinin bir benzeri
mutlaka evlenirken seçtiği yatak odası dolabının çekmecesinin kıvrımında saklar
gizemini… Çocukken üzerinde oynadığı halının desenlerine park ettiği oyuncak arabasının
heyecanı, halıcıdaki halıların çizgilerinde belli belirsiz çıkıverir bir
erkeğin karşısına… Kısacası, yaşadığımız evler, bahçeler ve sokaklar bizim
hayatımızın derinlerine dair izler taşır.
Çocukken,
aynı bahçede birlikte koştuklarımızdır sevinçlerimiz… Annelerimiz
anlaşamadığında, onlardan gizlice oyunlar oynadıklarımızdır küçük sırlarımızı
bilen merdiven altları… Ne derdin var diye sormayıp, seni güldürmeye
çalışanlardır küçük çocuk odasında oyun oynadığın arkadaşların… Oyuncaklarınla
birlikte aslında gönlünü paylaştığın ve içinin eşsiz sıcaklığını bütün eve yansıttığın
zamanlardır o evde yaşadıkların…
Evlerin
ruhları vardır. Maddesel düşünenlerin aksine, evlerimizle kurduğumuz duygusal
bağlarımız vardır. Sanki geceleri düşünerek üzdüğün kalbin, yattığın odanın
kapı aralığına sıkışmıştır. Banyodaki duş, kucaklar seni, kol kanat gerer sana,
gözyaşlarını kimseye duyurmamak için… Okurken aşk romanlarını, iç çekerek baktığın
yerdir beyaz tavanlar… Birileri seni kırıp incittiğinde, ne yesem diye düşünüp,
karşısında dikildiğin buzdolabı, senin yersiz isteklerinin kararını verebilmen için
ses bile çıkarmaz bazen… Ve mutfak, belki de ilk aşkını içinden haykırdığın yer
olabilir elindeki bir bardak suya bakarak…
Bir evi,
yuva yapan bizim ona yüklediğimiz duygulardır. Yani bizizdir, kendimizden
parçadır belki de kendimizin tamamıdır, en özelidir. Yaşantılarımız, tesadüf
değil, kendi seçimlerimizin sonuçlarıdır. Biz seçmedik deme şansımız yoktur. Kader
bizi öyle yerlere ve uçurumlara getirir ki, uzun yıllar sonra anlarız aslında kendi
tercihlerimizi yaşadığımızı… O zaman düşünürüz neden ayrıntılı dua etmek
gerektiğini…
Hayat,
bazen gerçekten çok kolay bazen dayanılamayacak zorluktadır. Kolay ya da zor
olduğuna, mutlu veya hüzünlü bir ömür yaşamaya her zaman kendimiz karar
veririz. Yaşadığımız evlerin ve geçmişimizin kalıntılarını çoğu zaman
hissetmeden karar veririz. İşte bunu fark ettiğimiz an, artık kendi iç
yolculuğumuzun başladığı andır. Nihayetinde gezip dolaşıp, kendi gönül adresimizde bulunan ilk evimize döndüğümüz
zamandır. Farkındalıklarımızı, fırsata dönüştürebilmek ümidiyle…