02 Temmuz 2015

GÖNÜL ADRESİMİZDEKİ EV

       Taş duvarlardan, betonlardan oluşur evlerimiz… Adeta çerçevelenmiş yaşantılarımızı sünger gibi emerler her gün her dakika… Hüzünlerimiz, sevinçlerimiz belki de ilk kutlamalarımızın coşkusu bazen de ölümün soğukluğuyla gözümüzü dikip sabitlendiğimiz yer olur evimizin duvarları.

      İnsan kadar canlı, insan kadar nefes alan bir varlıktır içinde yaşadığımız evlerimiz… Köşedeki koltuk babanındır mesela… Ya da televizyon karşısındaki uzun koltuk… Sehpanın üstünde duran çay bardağı, dost muhabbetleri bitince rengini solmaya bırakır sabaha kadar… Başlasa yeniden muhabbet, sanki sıcağıyla dolar insanın içine, rengi yeniden eski haline geliverir usulca.

    Evdeki her bir eşya, orada yaşayanların hayata bakışıdır. İç dünyasının yansımaları vardır her bir desende… Ya da kişinin kendi geçmişinden getirdiği hazinelerle doludur. Çocukken, büyükannesini hasta yatağında gördüğü zaman ki oda takımı gibi bir takım almaz evine, sanki hastalanmak istemezcesine insan... Annesiyle babasının tartıştığı zaman, gözyaşını tutmak için tavana bakarkenki avizeden süzülen ışık, asla onun kendi evindeki ışık seçimi olmayacaktır artık…

      İlk aşkının fotoğrafını saklayan genç kızın, gizli saklı çekmecesinin bir benzeri mutlaka evlenirken seçtiği yatak odası dolabının çekmecesinin kıvrımında saklar gizemini… Çocukken üzerinde oynadığı halının desenlerine park ettiği oyuncak arabasının heyecanı, halıcıdaki halıların çizgilerinde belli belirsiz çıkıverir bir erkeğin karşısına… Kısacası, yaşadığımız evler, bahçeler ve sokaklar bizim hayatımızın derinlerine dair izler taşır.

      Çocukken, aynı bahçede birlikte koştuklarımızdır sevinçlerimiz… Annelerimiz anlaşamadığında, onlardan gizlice oyunlar oynadıklarımızdır küçük sırlarımızı bilen merdiven altları… Ne derdin var diye sormayıp, seni güldürmeye çalışanlardır küçük çocuk odasında oyun oynadığın arkadaşların… Oyuncaklarınla birlikte aslında gönlünü paylaştığın ve içinin eşsiz sıcaklığını bütün eve yansıttığın zamanlardır o evde yaşadıkların…

       Evlerin ruhları vardır. Maddesel düşünenlerin aksine, evlerimizle kurduğumuz duygusal bağlarımız vardır. Sanki geceleri düşünerek üzdüğün kalbin, yattığın odanın kapı aralığına sıkışmıştır. Banyodaki duş, kucaklar seni, kol kanat gerer sana, gözyaşlarını kimseye duyurmamak için… Okurken aşk romanlarını, iç çekerek baktığın yerdir beyaz tavanlar… Birileri seni kırıp incittiğinde, ne yesem diye düşünüp, karşısında dikildiğin buzdolabı, senin yersiz isteklerinin kararını verebilmen için ses bile çıkarmaz bazen… Ve mutfak, belki de ilk aşkını içinden haykırdığın yer olabilir elindeki bir bardak suya bakarak…

      Bir evi, yuva yapan bizim ona yüklediğimiz duygulardır. Yani bizizdir, kendimizden parçadır belki de kendimizin tamamıdır, en özelidir. Yaşantılarımız, tesadüf değil, kendi seçimlerimizin sonuçlarıdır. Biz seçmedik deme şansımız yoktur. Kader bizi öyle yerlere ve uçurumlara getirir ki, uzun yıllar sonra anlarız aslında kendi tercihlerimizi yaşadığımızı… O zaman düşünürüz neden ayrıntılı dua etmek gerektiğini…

       Hayat, bazen gerçekten çok kolay bazen dayanılamayacak zorluktadır. Kolay ya da zor olduğuna, mutlu veya hüzünlü bir ömür yaşamaya her zaman kendimiz karar veririz. Yaşadığımız evlerin ve geçmişimizin kalıntılarını çoğu zaman hissetmeden karar veririz. İşte bunu fark ettiğimiz an, artık kendi iç yolculuğumuzun başladığı andır. Nihayetinde gezip dolaşıp, kendi gönül adresimizde bulunan ilk evimize döndüğümüz zamandır. Farkındalıklarımızı, fırsata dönüştürebilmek ümidiyle…


"BAZI KALPLERİN KADERİDİR AŞK"

  “Şiir yazdırmıyor aşk,yaşanırken” diyordu okuduğum satır.   Katılmadığımı belirtmek isterim. Şiir gibi roman gibi sevebilmek hissinden ...