08 Ocak 2015

YENİ BİR ÖLÇÜM ARACI OLARAK "ÇOCUK YETİŞTİRMETRE"


“Çocuğunuza sarılarak uyuduğunuzu göğsünüzü gere gere anlatın herkese"İşte bu fikir, bu cümleyi okumamla başladı. Birçoğumuz çocuklarımızın erken çocukluk döneminde, çatışma içinde kaldığımız durumlarda çocuk yetiştirme ekollerinin peşine düşüyoruz. Aslında kendi yapmak istediklerimiz var ve bize destek olacak  bir delil arıyoruz, tüm çabamız bu. Disiplinli anne, otoriter anne, doğal ebeveynlik tadını tatmış anne, serbest anne vs vs. .Bir  çok sınıflamalar var bir de sınıflamalar dışında kalanlar...

Çocuğun neye ihtiyacı var, bir tek anne bilebilir. İlgili babalara sözüm yok ama annelik malum bu günlerde magazinsel ifadelerde duyduğumuz popüler tarifiyle kutsal annelik , Allah’ın kadına vermiş olduğu en büyük nimet... Ama sadece diğer nimetlerin içinde büyük bir yer kaplayan paya sahip. Nimet kavramının doğrudan kendisi değil yani.Çocuğunuza bol bol sarılın, şımartın, onu özgür bırakın,uyumuyor mu yanınızda yatsın bırakın, bir daha ne zaman böylesine şımaracak ki Allah aşkına bırakın onun isteklerine kendinizi... Tüm aileyi yönetsin, parmağında oynatsın...” Bunları söyleyen uzmanların hayatını gerçekten merak ediyorum. Ya çok dini bütün insanlar, evlerinden nur damlıyor ya çok serbest insanlar herkes kendi hayatını yaşıyor diye düşünüyorum. Aksi takdirde önerdikleriyle yetişen çocukların ve ev içinde yaşananların olumlu bir tablo ortaya çıkarmayacağına inanıyorum.

Saatlerce çocuğunu uyutmaya çalışan anneyi düşünün. Odada saatlerce kalıyor, çocuk uyumuyor. Neyse bir şekilde başarılı olan anne, ya çocuğunun yanında uyuyup kalıyor ya da perişanlıktan bitap düşmüş vaziyette gecenin bir yarısı eşinin yanına daha yeni gelebiliyor. Erkek karısına her baktığında yorgunluktan tükenmiş, tüm gün çocuğun peşinde gezmiş, muhabbeti çoktan bitmiş bir anne görüyor. Dikkat edin kadın değil sadece bir anne görüyor. Bu anlattıklarım ev hanımı annelerin durumu. Ya çalışanların? Çalışan anne de çalışmanın vermiş olduğu suçluluk duygusu ile (aslında bu suçluluk duygusunu uyandıran çalışamamış,  içinde kalmış ev hanımlarının yarattığı mahalle baskısı sadece) eve gelip kendini daha çok tüketiyor. Neden ? Daha iyi anne olmak için. Çocuk  da biliyor bunu, daha çok mızmızlanıyor, daha çok isteklerinin yapılması için diretiyor. Bu sefer, duygusal olarak baskılanan anne, diğerinden çok daha büyük bir acı yaşıyor. Acıdan ağlasa da ağlamayı hemen kesmesi gerekiyor çünkü sabah erken kalkıp işe gitmesi lazım. Kısacası ,onun hayatı daha çekilmez bir hal alıyor.

Sonra evde kavgalar başlıyor. Baba "bırak ağlasın ne gidiyorsun peşine" diyor. Bu sefer kadın, kocasına nefretle bakıyor. Çocuğu uyutmaya başlarken kadın, sessizce kocasının anlayışsızlıklarını bir bir sıralıyor beyninde… Fırsatını bulduğu an, sıralayıp sınıfladığı anlayışsızlık listesini saydırıveriyor. Erkek tahammül edemeyip ya evden kaçıyor ya suratını asıp tüm duygusal bağlarını koparıyor. Ve kadın için o dramatik süreç başlıyor. Ben ve evlatlarım...Tamamen devre dışı bırakılan ve yalnızlaştırılan erkek, hayat arkadaşını kaybediyor. Ama kadın kutsal...Ne olursa olsun o evlatların anası.... İste bu yüzden diyorum ki bu önerileri veren uzmanlar ya çok dindar ya da serbest diye...Çünkü yalnızlaşan bu erkek ancak çok dindarsa kendini Allah’a adayıp her şeyi içine çekiyor ya da hiçbir şeyi takmayıp gününü gün ediyor.

Evlilik, hayati paylaşmaktır. Hayatta olup biteni, birbirinin gözüyle değerlendirip okumaktır. Çocuklarla ilgili bir şeye kendine göre karar vermemektir. Oturup birlikte karar verme sürecidir. "Ben araştırdım doğrusu buymuş" deyip karşı tarafa dayatmamaktır. Çocuklarla uyumak değil, hayat arkadaşınla uykuya dalmaktır. Çocuklar yattıktan sonra, birlikte çay yudumlamaktır. "Çocuk büyütürken bunlar yaşanıyor, büyüyünce sorun olmaz  zaten" diyen bir çok anne var. Sorduğumuzda, halen  oğulları koynunda uyuyor. Çoğu anne, çocuğu ve eşinin arasında kalıyor. Hayat arkadaşına, evladı için yalan söylemek zorunda kalıyor. Ama dedim ya kadın, kutsal annelik için yapıyor bunu... Aslında bu bahaneye sadece kendini inandırmış oluyor.

Sonra çocuk evlenip kendi yuvasını kuruyor. Evden uçup gidiyor. Ama annenin tüm kalbi çocuğu için atarken, aklı fikri ondayken çocuğunun ancak haftada bir aklına gelmeye başlıyor ya da çok zor durumlarda yardıma ihtiyacı varken aklına geliyor. Sonra bu anneler söylenip duruyor, acısını gelinin veya damadın arkasından konuşarak yaşıyor ya da aşırı derecede fedakâr babaanne veya annane olup değerinin daha çok bilinmesi için uğraşıp duruyor. Yani geçmişten geleceğe uzanan bu fedakâr annelik tablosu bana göre olumsuzluklar içeriyor.


Çocuk, ailesinin yanında kendini çok değerli hissetmeli ama ailenin bir parçası olmalı tamamı değil. Evet, çocuğun isteklerine kulak verilmeli ama her istediği yapılmamalı. Maddi imkanlarımız ne kadar iyi olursa olsun “alamam param yok” cümlesini duyabilmeli. 

Onu harika ve mükemmel yapan özelliklerini bilmeli, duymalı ama dünyanın en mükemmel insanı olmadığını da  bilmeli.

 Canavarlardan korktuğu için yatağında uyumak istememesi normal bir çocukluk korkusu, travmatik günlerin habercisi değil. Yanında yatan bir anneye değil, canavarları süpürgeye çekerek püskürttüğünü söyleyen komik bir anneye ihtiyacı var. Ya da o canavarlara haddini bildiren dost bir babaya... 

Çocuklarımızın güven dolu, samimi ve sıcak bir ebeveyn iletişimine ihtiyacı var. Kararlı, tutarlı, kendini tanıyan, hatalarıyla sevaplarıyla kendini bilen ve kabul eden anne-babaya ihtiyacı var. "Anne olarak ben daha önemliyim,  sense bir hiçsin" mesajı veren kadınlar, er geç üstüne aşırı titredikleri evlatları tarafından ağır sınavlar geçirip ve ağır bedeller ödemek zorunda kalıyorlar. 

Kısacası, bu işin bir çocuk yetiştirmetresi olsa ve ebeveynler bir ölçüme tabii tutulsa tek geçerli kriter; mutlu ve birlikte zaman geçiren, birbirine bağlı, birbirini seven ve destekleyen ebeveyn olmak tek ölçüt olurdu. 

Hepimize hayırlı ölçümler….

"BAZI KALPLERİN KADERİDİR AŞK"

  “Şiir yazdırmıyor aşk,yaşanırken” diyordu okuduğum satır.   Katılmadığımı belirtmek isterim. Şiir gibi roman gibi sevebilmek hissinden ...