“Çocuğunuza
sarılarak uyuduğunuzu göğsünüzü gere gere anlatın herkese" …İşte bu fikir, bu cümleyi okumamla başladı. Birçoğumuz
çocuklarımızın erken çocukluk döneminde, çatışma içinde kaldığımız durumlarda çocuk
yetiştirme ekollerinin peşine düşüyoruz. Aslında kendi yapmak istediklerimiz
var ve bize destek olacak bir delil arıyoruz, tüm çabamız bu. Disiplinli anne, otoriter anne, doğal ebeveynlik tadını tatmış anne,
serbest anne vs vs. .Bir çok sınıflamalar
var bir de sınıflamalar dışında kalanlar...
Çocuğun neye ihtiyacı var, bir tek anne bilebilir. İlgili
babalara sözüm yok ama annelik malum bu günlerde magazinsel ifadelerde duyduğumuz popüler tarifiyle kutsal annelik , Allah’ın kadına vermiş olduğu
en büyük nimet... Ama sadece diğer nimetlerin içinde büyük bir yer kaplayan paya
sahip. Nimet kavramının doğrudan kendisi değil yani. “Çocuğunuza bol bol sarılın, şımartın, onu özgür bırakın,uyumuyor
mu yanınızda yatsın bırakın, bir daha ne zaman böylesine şımaracak ki Allah
aşkına bırakın onun isteklerine kendinizi... Tüm aileyi yönetsin, parmağında
oynatsın...” Bunları söyleyen uzmanların hayatını gerçekten
merak ediyorum. Ya çok dini bütün insanlar, evlerinden nur damlıyor ya çok
serbest insanlar herkes kendi hayatını yaşıyor diye düşünüyorum. Aksi takdirde
önerdikleriyle yetişen çocukların ve ev içinde yaşananların olumlu bir tablo
ortaya çıkarmayacağına inanıyorum.
Saatlerce çocuğunu uyutmaya çalışan anneyi düşünün. Odada
saatlerce kalıyor, çocuk uyumuyor. Neyse bir şekilde başarılı olan anne, ya
çocuğunun yanında uyuyup kalıyor ya da perişanlıktan bitap düşmüş vaziyette
gecenin bir yarısı eşinin yanına daha yeni gelebiliyor. Erkek karısına her
baktığında yorgunluktan tükenmiş, tüm gün çocuğun peşinde gezmiş, muhabbeti
çoktan bitmiş bir anne görüyor. Dikkat edin kadın değil sadece bir anne görüyor.
Bu anlattıklarım ev hanımı annelerin durumu. Ya çalışanların? Çalışan anne de çalışmanın
vermiş olduğu suçluluk duygusu ile (aslında bu suçluluk duygusunu uyandıran çalışamamış,
içinde kalmış ev hanımlarının yarattığı mahalle baskısı sadece) eve gelip
kendini daha çok tüketiyor. Neden ? Daha iyi anne olmak için. Çocuk da biliyor bunu, daha çok mızmızlanıyor, daha
çok isteklerinin yapılması için diretiyor. Bu sefer, duygusal olarak baskılanan
anne, diğerinden çok daha büyük bir acı yaşıyor. Acıdan ağlasa da ağlamayı
hemen kesmesi gerekiyor çünkü sabah erken kalkıp işe gitmesi lazım. Kısacası ,onun
hayatı daha çekilmez bir hal alıyor.
Sonra evde kavgalar başlıyor. Baba "bırak ağlasın ne
gidiyorsun peşine" diyor. Bu sefer kadın, kocasına nefretle bakıyor. Çocuğu
uyutmaya başlarken kadın, sessizce kocasının anlayışsızlıklarını bir bir sıralıyor
beyninde… Fırsatını bulduğu an, sıralayıp sınıfladığı anlayışsızlık listesini saydırıveriyor.
Erkek tahammül edemeyip ya evden kaçıyor ya suratını asıp tüm duygusal bağlarını
koparıyor. Ve kadın için o dramatik süreç başlıyor. Ben ve evlatlarım...Tamamen
devre dışı bırakılan ve yalnızlaştırılan erkek, hayat arkadaşını kaybediyor. Ama
kadın kutsal...Ne olursa olsun o evlatların anası.... İste bu yüzden diyorum ki
bu önerileri veren uzmanlar ya çok dindar ya da serbest diye...Çünkü yalnızlaşan
bu erkek ancak çok dindarsa kendini Allah’a adayıp her şeyi içine çekiyor ya da
hiçbir şeyi takmayıp gününü gün ediyor.
Evlilik, hayati paylaşmaktır. Hayatta olup biteni, birbirinin gözüyle
değerlendirip okumaktır. Çocuklarla ilgili bir şeye kendine göre karar
vermemektir. Oturup birlikte karar verme sürecidir. "Ben araştırdım doğrusu buymuş" deyip karşı tarafa dayatmamaktır. Çocuklarla uyumak değil, hayat arkadaşınla
uykuya dalmaktır. Çocuklar yattıktan sonra, birlikte çay yudumlamaktır. "Çocuk büyütürken
bunlar yaşanıyor, büyüyünce sorun olmaz zaten" diyen bir çok anne var. Sorduğumuzda, halen oğulları koynunda uyuyor. Çoğu
anne, çocuğu ve eşinin arasında kalıyor. Hayat arkadaşına, evladı için yalan
söylemek zorunda kalıyor. Ama dedim ya kadın, kutsal annelik için yapıyor bunu... Aslında bu bahaneye sadece kendini inandırmış oluyor.
Sonra çocuk evlenip kendi yuvasını kuruyor. Evden uçup
gidiyor. Ama annenin tüm kalbi çocuğu için atarken, aklı fikri ondayken çocuğunun
ancak haftada bir aklına gelmeye başlıyor ya da çok zor durumlarda yardıma
ihtiyacı varken aklına geliyor. Sonra bu anneler söylenip duruyor, acısını
gelinin veya damadın arkasından konuşarak yaşıyor ya da aşırı derecede fedakâr babaanne
veya annane olup değerinin daha çok bilinmesi için uğraşıp duruyor. Yani geçmişten geleceğe uzanan bu fedakâr annelik tablosu bana göre olumsuzluklar
içeriyor.
Çocuk, ailesinin yanında kendini çok değerli hissetmeli ama
ailenin bir parçası olmalı tamamı değil. Evet, çocuğun isteklerine kulak
verilmeli ama her istediği yapılmamalı. Maddi imkanlarımız ne kadar iyi olursa
olsun “alamam param yok” cümlesini duyabilmeli.
Onu harika ve mükemmel yapan
özelliklerini bilmeli, duymalı ama dünyanın en mükemmel insanı olmadığını da bilmeli.
Canavarlardan korktuğu için yatağında uyumak istememesi normal bir çocukluk korkusu,
travmatik günlerin habercisi değil. Yanında yatan bir anneye değil, canavarları
süpürgeye çekerek püskürttüğünü söyleyen komik bir anneye ihtiyacı var. Ya da o
canavarlara haddini bildiren dost bir babaya...
Çocuklarımızın güven dolu, samimi
ve sıcak bir ebeveyn iletişimine ihtiyacı var. Kararlı, tutarlı, kendini
tanıyan, hatalarıyla sevaplarıyla kendini bilen ve kabul eden anne-babaya
ihtiyacı var. "Anne olarak ben daha önemliyim, sense bir hiçsin" mesajı veren kadınlar, er geç
üstüne aşırı titredikleri evlatları tarafından ağır sınavlar geçirip ve ağır bedeller
ödemek zorunda kalıyorlar.
Kısacası, bu işin bir çocuk yetiştirmetresi olsa ve ebeveynler
bir ölçüme tabii tutulsa tek geçerli kriter; mutlu ve birlikte zaman geçiren,
birbirine bağlı, birbirini seven ve destekleyen ebeveyn olmak tek ölçüt olurdu.
Hepimize hayırlı
ölçümler….