06 Mayıs 2014

ÖLÜM, VEDALAŞMA VE AFFEDEBİLME ÜZERİNE...

Bir sevdiğini kaybeder insan… Genç veya yaşlı fark etmez, çünkü anıların genci ve yaşlısı yoktur. Sadece eskisi ve yenisi olur. Yanar yüreği, uyuşur tüm bedeni acıdan, bildiklerini unutur, kelimeler bir süre küçük dile tutunur, boğar insanı adeta… Tanıdığı tüm insanlar yabancı oluverir kişiye. Bu ağır yük ile insan, sevdiğine veda edemez bile. Çevresinde o kadar çok yerine getirilmesi gereken ritüel vardır ki, kişi acıyla beraber bunları düşünmek için çevresi tarafından adeta zorlanır. Ve vedalaşamaz insan sevdiğiyle! Ona son görevini yapmıştır elbet ama baş başa kalıp son kez vedalaşamamıştır. Diyecekleri vardır ona ya da kendince  ondan duymak istedikleri… Kocaman bir boşluktadır artık… Daha sonra bir çok sıkıntı yaşar fakat ölüm kadar sarsmamıştır onu diğer sıkıntılar… Birden çevresindeki krizleri yönetemez, insanların yükünü kaldıramaz hale gelmeye başlar. Bir yandan canını sıkar bir yandan “ne kadar gereksiz, her şey bitip gidiyor zaten” diyiverir. Hayat, anlamını kaybeder onun için! Önce çevreye küser, sonra içine döner ve artık gözlerindeki ışıltı söner. En sevdikleri tarafından eleştirilmeye başlar, gülmüyorsun diye. Çoğu zaman yanı başında oturan ve her şeye tanıklık eden hayat arkadaşı bile onu acımasızca eleştiriverir. Herkes onun duygularının üstüne çıkmış, adeta tepinmektedir. Ve kocaman bir yalnızlık, değersizlik, karanlık, boşluk ve bitmeyen çileli hayat öyküleri serisi yazılıverir kişiye göre…

Oysa vedalaşabilseydi daha önce… Onu ne kadar kırdığı için özür dileseydi, söylemek istediklerini kulağına fısıldasaydı, yüzüne bakarken onu yanındayken bile ne kadar özlediğini fark edebilseydi insan, büyük bir huzurla ruhuna daha rahat gömebilirdi sevdiğini… Nefret ettiğini sanarken aslında onun tarafından ne kadar sevilmek arzusunda olduğunu anlatabilirdi sessiz hıçkırıklarla… Sana ihtiyacım yok diye çığlıklar atarken, “sadece yanımda sen ol ve hep benle kal” diyebilirdi belki gururunu yenebilseydi… Affedebilseydi her şeye rağmen kendini ve sevdiğini… Ruhunu sıkan bu acıyı, avucunun içinden gökyüzüne salıverilen bir güvercin gibi üfleyebilseydi gökyüzüne belki dindirebilirdi. Affedebilmeli… Affetmediğimiz insanın haberi yokken de  affetmek, içimizden “seni affettim ve sana veda ediyorum” diyebilmek belki de mutluluğumuzun anahtar cümlesiydi.

Dedim ya iyi vedalaşmaları olmalı insanın… Yoksa hayat boyu süren boşluklar ve gedikler oluşuyor. Bize çok basit gelen ufak ayrılıklar, bir şey söylemeden bırakıp gittiklerimiz veya arkasında kaldıklarımız yüzünden yaşam boyu süren bunalımlarımız oluyor. Bir genç adam tükenmez kalemi bittiğinde bile sevgiyle, emeği için teşekkür ederek ayrılabilmeli! Bir evden ayrılırken genç bir  kadın, her odasına, her penceresine veda etmeli! İçindeyken yaşadıklarından hayırlar umarak, olumlu hatıralar torbasını tıka basa doldurarak ayrılmalı sevdiklerinden… Belki de sevdiklerimizin ölümle bizi terk etmesinin yanı sıra, ölmeden manen gömmeye çalıştıklarımıza da üstadın derin şiirleri ile veda edebilmeli ya da “bu incecik bir veda havası, incinen bir hayatın yarası” diyerek şarkılar söyleyebilmeliyiz, ruhumuzun dinleyebilmesi ve dinlenebilmesi için…

                                                                                        VEDA

Elimde, sükûtun nabzını dinle, 
Dinle de gönlümü alıver gitsin! 
Saçlarımdan tutup, kor gözlerinle, 
Yaşlı gözlerime dalıver gitsin! 


Yürü, gölgen seni uğurlamakta, 
Küçülüp küçülüp kaybol  ırakta 
Yolu tam dönerken arkana bak da, 
Köşede bir lahza kalıver gitsin! 


Ümidim yılların seline düştü, 
Saçının en titrek teline düştü, 
Kuru yaprak gibi eline düştü,

İstersen rüzgâra salıver gitsin!  

Necip Fazıl Kısakürek,1923






"BAZI KALPLERİN KADERİDİR AŞK"

  “Şiir yazdırmıyor aşk,yaşanırken” diyordu okuduğum satır.   Katılmadığımı belirtmek isterim. Şiir gibi roman gibi sevebilmek hissinden ...